19.03.2018

O An: Sideways

Şarap tadında

“Ben küçük bir filmim, anlattıklarım sade ve yalın gel gör ki aslında neler söylüyorum” cinsinden hem eğlenilebilecek hem de ironisinden tad alınabilecek güzel bir yapım Sideways.

Alexander Payne, insanlık hallerinin şairidir. Onun filmlerinde sadece görüneni değil, görünenin ardındakini sorgulamak gerekiyor. Çünkü Payne aslında “sen”i anlatır. Tabii ki bunu yaparken çok çok iyi bir gözlemci olduğunu yazdığı her satırda bize hissettirir. Sideways de böyle bir film. Payne’nin önceki filmlerine oranla daha umut taşıyan bir film belki de. Ancak bu komikliğe yakın oluşundan da geliyor. Buradaki komiklik yine insanlık hallerinden doğuyor tabii. Ancak karamsar bir dokunuş yok bu filminde, o yüzden belki o umut hissediliyor.

Diğer filmlerine oranla, daha kolay izlenebilirlik ölçüsü olduğu kesin Sideways’in. Çoğu insanın ilgilenebileceği tarzda bir hikayesi var. Hiç olmadı film şaraplar için bile izlenebilir. Peki hepsi bu mu? Tabii ki hayır.

Orta sınıf Amerikan vatandaşlarının dünyasına daha çok ümitsizlik, karamsarlık açısından bakan; genel olarak da ironik bir yapı çizen Payne filmlerinin tadı tabii ki bu filmde de var. Ancak biraz daha yumuşatılmış bir biçimde. Kendi adıma filmi çok sevdim. Zaten Paul Giamatti’nin varlığı ve Miles karakterine tam manasıyla “cuk oturmuş” havası vermesi harika bir seçim olduğunun göstergesi. Zaten filmdeki ironik unsurlar Miles karakteri ile bir nevi onun zıddı Jack (Thomas Haden Church) arasında geçen diyaloglar ve vücut dilinden ileri gelmekte.

Miles, yıllardır kitabının basılacağı hayalini kurmaktadır. Jack ile çıktıkları “bekarlığa veda” yolculuğunda başvurduğu yerlerden aldığı cevabı duyarız Miles ile birlikte.

Şöyle ki:

İşte benim bittiğim sahne… Yukarıdaki videodan da görüleceği gibi Miles, kitabının basılmayacağını öğrenmiş ve bi kova şarabı başından aşağı dikmiştir. Jack, Miles’ı kelle paça dışarı çıkarır ve konuşma anı gelir.

Jack: Yenisini yazarsın, bir sürü fikrin var.
Miles: Hayır, ben bittim. Ben yazar değilim, İngilizce öğretmeniyim. Benim ne söylediğim dünyanın umrunda değil. Gereksizim. O kadar önemsizim ki, intihar bile edemem.
Jack: Miles, bu da ne demek oluyor?
Miles: Anlasana. Hemingway, Sexton, Plath, Woolf… Kitabın yayınlanmadan önce kendini öldüremezsin.
Jack: Peki, ya Confederacy on Dunces’ın yazarı? O, kitabı çıkmadan intihar etti. Bak şimdi nasıl ünlü.
Miles: Teşekkürler.
Miles: Bir gökdelenin camında kalan parmak iziyim. Milyonlarca ton lağımla birlikte denize akan bir tuvalet kağıdına bulaşmış dışkıyım.
Jack: Bak gördün mü? Ne güzel söyledin. “Denize akan…” Ben asla böyle söyleyemem.
Miles: Ben de. Galiba bunu Bukowski söylemişti.