28.08.2018
O An: Two Lovers
Bir filmin insanı yakalayış sebepleri çok çeşitli olabilir. Ama kanımca en güçlü sebep, filmin izleyicisiyle bir şekilde kurduğu bağ. O bağ da genellikle birikimlerimizin filmi anlamlandırma sürecimizle eşzamanlı gitmesidir. Filmler hatıralarımıza ne kadar dokunursa o kadar derinden bir bağ yaratır kendileriyle bizim aramızda. Aslında illaki yaşamış olmak gerekmez birebir aynı durumu / olayı. Ancak empati kurabilmek veya tanık olunan her türlü hayat anına tekabül eden ayrıntılara filmlerde rastlamak insanı derinden etkiler, hatta yüreğini sızlatır. İşte öyle filmlerden biri Two Lovers.
Leonard ve Michelle
Birini sevebilme ile sizi seven birini sizi sevdiği için sevebilme hali çoğu zaman birbirine karışır. İnsan o kadar bencil bir yaratık ki sadece sevildiği için bile yanında tutabilir seveni. Bir de sevdiğine (ya da sevdiğini sandığına) hastalıklı bir şekilde bağlı kalma durumu vardır ki o beterlerin de beteridir. İnsanın kendine güveni gittikçe tabana doğru inişe geçer, insan kendini güçsüz ve savunmaya muhtaç hisseder. Gittikçe uzaklaşan sevgili sanki sizi kendine mıknatıs gibi çeker ve onun bu çekiminden kurtulamazsınız. Belki de kurtulmak dahi istemezsiniz. İşte bu iki halin dışavurumu Leonard ve Michelle.
Leonard (Joaquin Phoenix) zaten arızalı bir geçmişten paçasını yeni yeni sıyırabilmeye başlamışken belki ona iyi gelebilecek Sandra’yı kendinden öteye iteklerken, âşık olmaması gereken bir adamla halihazırda bir ilişki yaşayan patetik halleri belki biraz kendisine benzeyen Michelle’e (Gwyneth Paltrow) abayı yakıyor. Aslında bu tam aşk mı bilinmez çünkü o aşkın filizlenme hali veya gelişimi pek de inandırıcı değil. Gerçi Leonard’ın hazır bulunmuşluk hali de olabilir bu aşkın ortaya çıkmasında.
Çekici olan, insanın kendi kendine işkence etmeyi sevme haliyle eşdeğer olmasından, Michelle gibi görünüyor. Tabiî ruh hali olarak daha kırılgan ve ilgiyle muhtaç olması ve Leonard’ı tam da bu noktada iyileştirmesi (ona bakacak kollayacak diye kendini unutuyor Leonard ve birden sorumluluk onu büyütüyor gibi) Michelle’i bir adım öne taşıyor. Aslında bu filmde Leonard’ın da Michelle’in de ruh halleri hiçbirimize yabancı değil. İster onayalım ister yadsıyalım onlar çok tanıdık “insan”lar. Filmin başarısı da bu belki. O insanları iyi yakalamak ve anlatmak.
Filmde yüreği burkan bir ayrıntı:
Leonard her şeyi yoluna koyduğunu düşünürken ve biz seyirci olarak aslında hiçbir şeyin yolunda olmadığının farkındayken Leonard’ın yüzündeki sevinç / endişe karışık hali yakalamak, o hiç istemediği seçeneğin aslında başından beri varolduğunu anlamasına ramak kala içindeki dindiremediği heyecan / üzüntüyü kavrayabilmek… İşte bunu yansıtabilmek izleyiciye… Filmin en çarpıcı yönü bu aslında. Mesela şu sahnedeki Leonard’ı hepimiz tanıyoruz:
Leonard ve Sandra
Michelle ne kadar “aşk”ı simgeliyorsa Sandra da (Vinessa Shaw) beklemeyi, sabretmeyi belki sevmeye sebat etmeyi simgeliyor. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yerin kürkçü dükkanı olması gibi… Ancak filmin Leonard ile bizde bıraktığı o buruk tat, Sandra’nın seçenek olmaması gerektiğini de söylüyor bize ama tam da gerçekliğin yakalandığı yerlerden biri olan final, tam tersini gösteriyor.