24.08.2020
Oda: Arzular ve Esaret
Yazarın Film Puanı: 10/6
Tek mekan veya büyük çoğunluğu tek mekanda geçen filmler, yönetmenler açısından çoğu zaman kolay gibi görünür fakat adeta el bombası taşımaya benzer. Bu filmlerin pek çoğunda çok yüksek maliyetli prodüksiyon ve oyuncu gibi ayrıntılara takılmadan en optimum koşullarda verilmek istenen şey seyirciye anlatılır. Söylemesi her ne kadar kolay gözükse de işin mutfağına girdiğimizde malzemelerin çok iyi hazırlanması, hepsinin uyumlu şekilde bir arada kullanılması ve en önemlisi seyircinin önüne göze fakat kaliteli film zevkine de hitap eden bir iş konulması gerekir. İyi kurgulanmamış, klişelerin kol gezdiği ve kötü oyunculuklar gibi faktörler bu türdeki filmlerden alınan zevki kolayca en dibe çekebilir. Yönetmen Christian Volckman da yukarıda sözünü ettiğimiz bu film türünde iş ortaya koyarak adeta ince bir ipin üzerinde yürümüş. Birkaç kişilik oyuncu kadrosu ve neredeyse tek mekanda geçen film, bu hafta vizyona giren The Room (Oda). İlgi çeken konusu ve nispeten başarılı olan kurgusuyla bu haftanın dikkat çeken yapımlarından biri olan filme geçmeden önce konusuna bir göz atalım.
Başrollerinde Olga Kurylenko ve Kevin Janssens’in yer aldığı film, New York’tan New Hampshire’daki eski bir eve taşınan Kate ve Matt’in, yeni evlerinde her dileklerini gerçeğe dönüştürebilen gizemli bir odayı keşfetmeleriyle gelişen olayları konu ediniyor. New York’ta yaşayan otuzlu yaşlardaki Kate ve Matt, daha otantik ve sağlıklı bir yaşam arayışındadır. Bunun için şehirden ayrılmaya karar veren çift, New Hampshire’da eski bir eve taşınır. Yeni hayatlarına alışmaya çalışan çift, evlerinde istedikleri şeyleri gerçekleştirebilecek olağanüstü bir güce sahip gizli bir oda keşfeder. Akıllarından geçen her şeyi dileyen çift, istediklerine sahip olduklarında büyük bir şaşkınlık yaşar. Bir gün odadan, daha önce deneyip sahip olamadıkları çocuğu vermelerini istemeye karar verirler. Ancak Kate ve Matt’in bu istekleri beklenmedik olaylar yaşamalarına neden olur.
Biraz Değişiklik İyi Gelecek Ama…
Kate ve Matt, New York’un keşmekeşinden kurtulup New Hampshire’da doğanın içinde yer alan eski bir eve taşınan çifttir. Kate bir yayınevinde çeviri işi yapmakta, Matt ise ressamdır. Daha sakin ve huzurlu bir yerde yaşayarak hayatlarını idame ettirmek ikisinin de tek dileğidir. Mutlu şekilde giden evliliklerindeki tek sorun ise uzun süredir çocuklarının olmayışıdır. İkisinde de dünyaya çocuk getirmek için bir sorun yoktur fakat defalarca denemelerine rağmen bir türlü çocuk yapamazlar. Taşıdıkları bu yeni evlerinde ikisinin tek arzusu mutlu ve huzurlu bir hayat sürmek olacaktır fakat taşındıkları evde keşfettikleri bir oda, basit ama sade bir hayata sahip olan çiftin yaşamını alt üst edecektir.
Tüm Dilekleri Gerçekleştiren Bir Oda
Eve yerleşme sürecinde Matt’in tesadüfen keşfettiği bir odanın varlığı evdeki diğer odalardan hiç de farklı değildir fakat Matt’in ağzından çıkan bir cümle ikilinin hayatını değiştiren o olayın kıvılcımını yakar. O anda canı bir şişe içki çeken Matt’in bu dileği birkaç saniyelik karanlığın ardından odada bir anda nereden geldiği bilinmeyen içki şişesi ile gerçek olunca bu odanın hiç de sıradan bir oda olmadığı anlaşılır. Gecenin ilerleyen anlarında Matt aklına ne geldiyse diler ve hepsi de gerçek olur. Kate’in odaya gelişiyle Matt’in eşini odanın gizemiyle tanıştırmasıyla Kate de bu olağan dışı durumla karşılaşır ve istediğini dilemeye başlar.
İnsanoğlunun İstekleri Hiçbir Zaman Bitmez
Evdeki geçirdikleri her geçen gün Kate ve Matt için adeta bir masalın içindeymiş gibi geçer. İstemedikleri kadar para, mücevherler, içkiler, dünyanın en ünlü ressamlarının paha biçilmez tabloları, en güzel kıyafetler, yemekler ve daha birçok şatafatlı şey çift için rüya gibi günlerin geçmesini sağlar. İkisi de yaptıkları işleri boşvermiş ve maddi zevklerin esiri olmuşlardır ama hemen hemen her şeye sahip olan ikisi için de artık gerçekleşmesi gereken tek bir dilek vardır: Bebek sahibi olmak. Matt her ne kadar doğal yollarla ebeveyn olmayı düşünse de Kate tam tersi bir düşüncenin içindedir ve bebeği odadan istemeyi düşünür. Matt’in haberinin olmadığı bir gün odadan bir bebek isteyen Kate’in bu isteği de kabul olmuştur ve artık o da annelik duygusunu tatmıştır. Matt bu duruma her ne kadar karşı çıksa ve bebeği istemese de Kate’in ısrarları durumu kalıcı hale getirir fakat çiftimiz, köprüden önceki son çıkışı kaçırdıkları için son sürat bir şekilde ilerisini görmedikleri yıkık köprünün üzerinde ilerleyerek felaket dolu günlere adım adım ilerler.
Her Güzel Şeyin Bir Kusuru Vardır
Geçmişte evde yaşanan ve bir çiftin öldürülmesi ile sonuçlanan olayla ilgili internetten araştırma yapan Matt’in, çifti öldüren kişiyi akıl hastanesinde ziyaret etmesi ve sonrasında yaşadıkları ise filmi başka bir boyuta taşır. Oda sayesinde sahip oldukları paranın evden dışarı çıkınca Matt’in cebinde kül olması, Matt’in deneme amaçlı van Gogh tablosunun yarısını evin içinde yarısının dışarıda kalarak şekilde yerleştirmesi ve dışarıda kalan kısmın kül olması bu zenginliğin sadece ev sınırları içinde kalması gerektiğini gösterir. Kate ve Matt’in çocukları da odanın onlara bir hediyesi olduğu için kesinlikle dışarı çıkmamalıdır. Kate’in bu duruma inanmayıp dışarı çıkarması, daha yaşına girmemiş bebeğin bir anda yaş alarak 6-7 yaşlarında bir çocuğa dönüşmesine yol açar. Korkuyla çocuğu eve hapseden çift için o artık tehlikelidir. Evden çıkıp hayatına sağlıklı şekilde devam etmesinin tek yolu onun yaratılmasına neden olan annesi veya babasından birini öldürmesidir. Bu durum, aile üzerindeki kara bulutları artıracak ve evde tam bir kaosun hüküm süreceği günleri başlatır. Filmin nefes kesen ve akıl dolu son on beş dakikası ise filmin açık ara en zevk veren kısmı olup parlak bir zeka ürünü olarak kendini sunar.
Artısıyla Eksisiyle
İlgi çekici hikayesini Amerikan film klişelerine ara ara bulasa da kendini sıkmadan izletmeyi başaran film, bakış açısına göre değişebilecek gizem veya metafor ağırlıklı anlatımını vitesi artırarak sürdürüyor. Neredeyse tek bir mekanda geçmesine karşın bir an olsun seyirciyi koparacak o boşluğa izin vermeyen film, her adımında sordurduğu sorularla bir sonraki sahneyi merak etmemizi sağlayarak seyirciyi kendisine bağlıyor. İnsanın bitmek bilmeyen arzularını üstü kapalı şekilde anlatan ve sonuçları üzerine de beyin fırtınası yaptırmayı başaran film, geneli boyunca seviyesini bir türlü üst basamağa taşıyamıyor. Akıllıca düşünülen ve uygulamaya da konulmaya çalışılan anlatımının filmin büyük bölümünde basit şekilde kalması, bu anlarda tam olarak tatmin edici bir tat bırakmıyor. Son on beş dakikalık dilime gelindiğinde ise hikayenin oldukça akıllıca kurgulanan ve son derece başarılı bir şekilde hayata geçirilen beyin yakan kısmı, filme dair görüşleri biraz olsun olumlu yöne doğru çevirmeyi başarıyor. Sınırlarını zorlayarak seyircisine usta ellerden çıkmış hissiyatı uyandıran bir son yaşatan film, final sahnesiyle de hikâyede aralık bir kapı bırakarak ilerleyen yıllarda çekilebilecek ikinci bir filme de göz kırpıyor.