01.07.2017
Okja: Beklentilerin Gölgesinde
Okja: Beklentilerin Gölgesinde
Son dönemin popüler tartışması, 70. Cannes Film Festivali‘ne damga vuran Netflix krizinin öznesi Okja sonunda izleyici ile buluştu. Netflix yapımı Desire‘ın geçtiğimiz sene Cannes’da Altın Kamera’yı almasına ve bu sene seçkide yer alan bir başka Netflix filmi The Meyerowitz Stories‘in varlığına rağmen Okja bu tartışmanın merkezinde bir başına kaldı. Cannes’da yaşadığı aksaklıklar, filmin kadro ve konu olarak yarışmadaki iddiası ve film öncesi yuhalamalar, kurban olarak seçilmesini kolaylaştırdı. Bir film üzerinden “Sinemanın Geleceği” tartışması yapmak o film için iyi bir reklam aracı olsa da doğal olarak izleyicide beklentiyi de artırdı. Ancak Okja ne yönetmenin ne de sinema kültürünü tehdit ettiği söylenilen Netflix’in en güçlü yapımı değil.
Bong Joon-ho‘nun (Memories of Murder, The Host, Madeo…) yaşam alanının bir trenle sınırlandığı küresel ısınma sonrası bir distopyada geçen Snowpiercer‘dan (2013) sonraki ikinci Hollywood işi olan Okja, yine yönetmenin kendine has anlatı dilini barındırıyor.
Kapalı kapılar ardında geliştirilen doğa için daha faydalı, insanlar içinse daha lezzetli süper domuzlar dünyanın çeşitli bölgelerine gönderiliyor. Büyük plan ise on sene sonra bu domuzlardan en iyisini, ve büyüğünü belirleyecek bir yarışma ile dünya çapında bir reklam. İşte Okja, bu strateji sonucunda Güney Kore’ye gönderilen ve on senedir Mija ile sevgi dolu bir ilişkisi bulunan Miyazaki filmlerinden fırlama bir süper domuz. Süper domuzların yaratıcısı Mirando Corporation’ın on senenin sonunda Okja’yı geri götürmek için gelmesiyle film de başlıyor. “Mija, en yakın arkadaşını onu yalnızca bir et parçası olarak gören yaratıcılarından kurtarabilecek mıdır?”
Düşmanın Dilinden Konuşmak
Önemli bir söyleme sahip olsa da Mija – Okja arasındaki naif dostluğun bu denli ön planda olması, filmi uzunca bir süre The Jungle Book’daki Mowgli’nin yaşantısını anımsatan aile draması atmosferinden sıyıramıyor. Bong-Joon ho‘nun Snowpiercer’da tutturduğu denge, bu sefer damakta garip bir tat bırakan karışım şeklinde. İnsan – hayvan ilişkisine dair huzur dolu sahnelerin ardından gelen enteresan müzik seçimli kovalamaca sahneleri, devamındaki son derece karikatürize kötülük temsilcileri ve mesaj kaygılı vurucu sekanslar tek tek ele alındığında oldukça başarılı olsa da ardı ardına sıralandığında odağın kaymasına neden oluyor.
Daha ilk dakikasından tüketici toplum eleştirisi olduğunu ve gıda sektörünü eleştirdiğini açıkça dile getiren Okja, filme Mija ve Animal Liberation Front’un (Hayvanları Özgürleştirme Birliği) dâhil olmasıyla bu eleştirisi için zıt kutupları oluşturmuş oluyor. Mirando Corporation’ın sahipleri ikiz kardeşler Lucy ve Nancy Mirando‘nun karakterlerindeki karşıtlık dahi bu söyleme hizmet ediyor. Okja’yı yalnızca para getiren bir ürün olarak gören şirketi Mija son çare olarak onların dilinden konuşarak ikna edebiliyor. Mija’nın yanında taşıdığı altın domuz ile Okja’yı satın almasıyla birlikte Mirando Corporation, Mija’ya adeta bir müşteri konumuna yerleştiriyor, ona ve Okja’ya gerekli hizmeti sağlıyor. Çünkü bedelini elde ettikten sonra Okja’nın hayatta olup olmaması onların umrunda değil. Film kapitalist düzene, tüketici topluma ve gıda sektörüne eleştiriler getirse de vejetaryen ya da vegan dostu bir film olduğunu savunmak yanlış olur.
Karikatürize Karakterler
Filmdeki oyunculuklar Jake Gyllenhaal hariç oldukça başarılı. Hayata farklı açılardan bakan ikizleri canlandıran Tilda Swinton, iki karakterde de izleyicinin kendisinden farklı sebeplerle nefret etmesini sağlıyor. Hayvanları özgürleştirmeyi amaçlayan grubun başındaki isim Paul Dano, her zamanki gibi aşırıya kaçmadan rolün gerektirdiğini yansıtıyor. Gyllenhaal ise karakter olarak oldukça karikatürize bir rolde olmasına rağmen bu absürt evrende sırıtmayı başarıyor. Her hareketiyle kötü adam olduğunu gözümüze sokan Johnny Wilcox karakteri Jake’in uzun süredir gördüğümüz en zayıf performansı olabilir.
Yarattığı tartışma sayesinde büyük merak uyandıran Okja, beklentiyi pek karşılayamadı. Ancak kötü bir film olduğunu söylemek de büyük haksızlık olur. Bong-Joon ho sinemanın her türünde biraz biraz dolanmak yerine türünü belirlemiş olsa ortaya çok daha güçlü bir film çıkabilirmiş.