01.06.2016

Pawn Sacrifice: Şah Uğruna Feda Edilen Piyonlar

Soğuk Savaş, artık hepimizin bildiği üzere, siyasetten spora, sanattan kültür yaşamına kadar yüzlerce alanı cepheye döndüren bir savaştı; zaferlerin ve yenilgilerin cephede savaşan askerler üzerinden alınmadığı bu savaşın etkileri, en az fiili bir savaş dönemi kadar yıkıcı ve uzun vadeli oldu. Edward Zwick’in “Pawn Sacrifice” filmi, Soğuk Savaş’ın bu yıkıcı etkilerini, ABD’ye tarihindeki tek dünya şampiyonluğunu kazandıran satranç dehası Bobby Fischer’ın öz yaşam öyküsü üzerinden çarpıcı ve çok yönlü olarak aktarıyor.

Edward Zwick’in Soğuk Savaş’ı anlatmak için diğer dallara göre daha minimal bir oyun olan satrancı ve o alandaki onlarca büyük usta içerisinden oyunun ruhuna ters bir figür olan Bobby Fischer’ı neden seçtiğini anlamak için öncelikle filmin ismine bakmak lazım, ki bütün filmi seçilen isim üzerinden açıklamak da pekala mümkün. Satranç oynayanların aşina olduğu bir terim olan pawn sacrifice, “piyon fedası” anlamına gelmektedir; tahtadaki bütün taşların sayısal olarak yarısına tekabül etmelerine rağmen 6 farklı grup içerisinde en düşük puana sahip olan piyonlar, daha değerli taşlar için sürekli gözden çıkartılan taş grubudur ve Edward Zwick, bütün hikâyesini bu “feda edilebilme” durumu üzerine kuruyor.

Soğuk Savaş döneminde satranç, zekâ seviyesinin temel göstergelerinden biri olarak kabul edildiğinden büyük prestije sahip bir daldı ve Sovyetler Birliği, satrançtaki hegemonyasını, savaşın kızıl tarafının daha “gelişmiş” ve “zeki” olduğunun ispatı olarak sunmuş, bunu önemli bir propaganda aracına dönüştürmüştür. ABD’nin hiçbir şekilde reaksiyon veremediği bu alandaki tek umut ışığı olan genç Bobby Fischer ise her deha gibi sorunlu bir profile sahiptir; saplantı haline getirdiği kazanma arzusu, özenle besleyip büyüttüğü ön yargıları ve bitmek bilmeyen paranoyaları satranç gibi “saygın” bir sporda istenmeyen özelliklerdir. Bu özelliklerine rağmen ülkesinin “propaganda” ve “prestij” için kendisine muhtaç olduğunun farkında olan Bobby Fischer, kaprisleri ve tuhaf istekleriyle hem Soğuk Savaş’ın iki yakasını hem de satranç camiasını canından bezdirir fakat Bobby Fischer’ın bu tavırları, istenilen sansasyonu da beraberinde getirdiğinden, sineye çekilir ve her isteği bir şekilde yerine getirilir. Satranç tahtasının başındayken “şah” gibi davranıp sağa sola emir buyuran Fischer’ın aslında bir “piyon” olduğunu anlaması ise uzun sürmeyecektir.

Yahudi ve Komünizm karşıtı biri olan Bobby Fischer’ın kendi kendine ürettiği paranoyalar bir noktadan sonra psikolojik olarak yıpranmasına neden olur, dâhilikle delilik arasındaki tehlikeli çizgide yürümeye başlar. Buna rağmen tamamlanması gereken bir misyon, alt edilmesi gereken bir ideoloji olduğundan Fischer’ın akıl ve ruh sağlığı yeterince dikkate alınmaz, kalıcı hasarlarla ayrılabileceği bu süreçte alenen “feda edilir”, tıpkı şah uğruna gözden çıkartılan piyonlar gibi. Küçük ve sıradan bir çocukken son kareye ulaşıp “vezir” olmanın hayalini kuran Fischer’ın aslında şahı korumak için feda edilen bir “piyon” olduğunu anlaması büyük bir travma yaratır, bu gerçekle yüzleşmek yerine paranoyalarıyla ördüğü duvarların ardına saklanması ise kendisi için sonun başlangıcı olur. Bu çarpıcı delirme öyküsünde bütün dünyayı satranç tahtasına indirgeyen Edward Zwick’in, oyun (Soğuk Savaş) bittikten sonra bütün taşların (Fischer’dan Spassky’e, Nixon’dan sıradan insanlara kadar) “aynı torba”ya konduğunu feda edilen bir piyonun öyküsü üzerinden anlatmayı tercih etmesi, Bobby Fischer’ın hikâyesinin bireysel değil kolektif bir yaşantının ürünü olduğunun ispatıdır aynı zamanda.

Pawn Sacrifice; Tobey Maguire, Liv Schreiber ve Peter Sarsgaard’ın kalburüstü oyunculukları, iyi yazılmış senaryosu, ince işçiliklerle detaylandırılan dönemsel yanı ve Edward Zwick’in “kendini bilen” yönetimiyle emsallerinden sıyrılmayı başarıyor. Tümevarımsal bir hikâye üzerine anlatısını inşa eden eserin, “her mesaj filmi” gibi elbette kusurları var fakat ortaya konan özveri birçok sıkıntının olduğundan daha küçük görünmesini sağlıyor. Milyonlarca piyonun birkaç şah uğruna feda edildiği bir dünyada “isyan ahlakı”ndan nasibini almış Pawn Sacrifice gibi filmlere gerekli değeri vermekte fayda var, perde indikten sonra sahnede biz bize kalacağız sonuçta.