08.12.2016
Pera Sohbet: Çiğdem Sezgin
Kasap Havası filminin yönetmeni Çiğdem Sezgin ile şöyleşimiz
Kasap Havası’nın ortaya çıkış öyküsünü sizden dinleyebilir miyiz? Proje nasıl başladı, nasıl devam etti ve bugünlere geldi?
Senaryosunu yazmaya yıllar önce başladım. Yazdıklarımı beğenmiyordum. Geceleri yazıyordum, gündüzleri çöpe atıyordum. Sektörde yardımcı yönetmenlik yapıyordum. Başka senaryolar ve dökümler ve iş programları giriyordu hep araya. Kendi projeme yoğunlaşmak ve çalışmamak gibi bir lüksüm olamadı. Bu sebepten ötürü senaryomu bitirmem uzun zaman aldı.
Kafamda yarattığım karakterleri birbirlerine arkadaş dost akraba ve sevgili yaptım. Filmin öyküsü de oluşmaya başladı zaten. Evlere odalara sıkışmış, istediği hayatı yaşamayan, kendi tercihlerini seçme şansı verilmeyen insanları kahraman seçtim kendime. Dini ve ahlaki baskıyı ben de bu ülkede yaşayan bir kadın olarak fazlasıyla hissediyorum. Sinemacıların yaşadığı semtlerde yaşamıyorum. Semt pazarlarını ve pasajları çok severim. Eski muhitte sıkça gezindiğim bir pasajın esnafını gözlemlemekle başladı hikaye…
Bir de oto sanayilerde vakit geçirmekten zevk alırım. Böylelikle filmimin iki kahramanını buldum. Diğer karakterler, komşularım ve akraba çevremden çıktılar.
Çalıştığım işlerden kalan zamanlarda senaryoyu tamamlamak ve filmin yapım koşullarını oluşturmak için uğraştım. Nihayetinde senaryo bitti. Kültür Bakanlığı’ndan yapım desteği aldım ve geçen yılın baharında çekimlere başladım.
Küçük bir bütçe ile kısa bir sürede çekimleri tamamladık. Ardından yine hızlı ve ekonomik davranmam gereken bir post prodüksiyon süreci başladı.
Bu filmin yapımcısıyım aynı zamanda. Bu da hazırlık aşamasından itibaren sette ve sonrasında da zaman zaman yapımcı gibi bakmamı gerektirdi projeye. Oysa ben sadece yönetmen olarak bakmayı tercih ederdim. Koşullar, yapımı benim yapmamı gerektirdi. Bir sahne çekerken hesap yapıyorsunuz, pazarlık yapıyorsunuz, ödeme yapıyorsunuz. Arada yönetmenlik yapıyorsunuz. Kafa karıştırıcı ve yorucu evet… Fakat bu iyi oldu. Yapımcı yönetmen olma hali çok büyük bir özgürlük tanıyor yönetmene. Yapımcınızı kollamak için çözüm üretmek hiç zor olmuyor. Otel pahalı ise karakterleri eve götürebilirsiniz. Hava karardıysa, söz konusu sahneyi gece çekmenin formülünü senaryonuzda rahatlıkla uygulayabilirsiniz.
Filmde olan biten her şey benim seçimimdir.
Filmin vizyon öncesi yolculuğu hakkında bilgi alabilir miyiz?
Film, geçen yıl Adana film festivali ile dünya prömiyerini yaptı. En iyi müzik ödülü aldık. Ardından Malatya film festivali ile en iyi erkek oyuncu ödülü geldi İnanç Konukçu’ya. Sonra Antakya film festivalinden en iyi yönetmen ve yine en iyi erkek oyuncu ödülü ile döndük. İstanbul film festivalinde ulusal yarışmada yer aldık. Tallinn Black Nihgts film festivalinde ilk filmler kategorisinde yer aldık. Uluslar arası Mannheim-Heidelberg film festivalinden en iyi ikinci film ödülü ile döndük.
Tallinn’deki festivale uluslar arası prömiyer sözü verdiğim için davet aldığım dört festivale gidemedim. Montreal, Marsilya, Lahey ve Varna’daki film festivallerine içim acıyarak hayır demek zorunda kaldım.
Filmin odak karakteri bir kadın: Leyla. Bu karakteri kaleme alırken ve peliküle aktarırken neler düşündünüz?
Leyla, iyi bir kadındır, bakmayın agresif olduğuna. Kırılmış incitilmiş, bir pasaja tıkılıp beş liraya paça bastırıp geçinmeye çalışan, sevilmek daha önemlisi şefkat görmek isteyen yaşı geçkin dul bir kadın. Yemek içmek eğlenmek gibi dünya nimetlerinden elini çekmeyecek kadar yaşamayı seven duygulu bir kadın. İçi dışı bir, mert kadın… Küçük dünyasında yaşayıp gidiyor, kimseye zararı yok.
Leyla, benim hayatımda yaşamış olduklarıma benzer şeyler yaşıyor. Leyla’nın yaşadıklarının sınıfı statüsü yoktur çünkü. Pekala Leyla bir film yönetmeni de olabilirdi. Ama ben O’nu yazarken elimden geldiğince kendimden uzaklaştırdım.
Leyla gibi arkadaşım çok. Yazmak da çekmek de çok keyifli oldu bu yüzden… Leyla’nın sahneleri o arkadaşlarıma göndermelerle doludur. Bu, çekimleri daha da eğlenceli yaptı benim için.
Karakterler arasındaki ilişkileri nasıl yorumluyorsunuz?
Sevgilerini birbirlerine çemkirerek gösteren insanlar bunlar. Hiç birinde tahammül kalmamış… Savrularak yaşıyor ve hep birbirlerinin hayatı üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyorlar. En hoyrat davrandığımız kişiler en sevdiklerimiz olmuyor mu hayatta?
Filmin esas meselesinin “kendi yaşamının öznesi olamayan karakterler” olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu konuda kadın-erkek ayrımı yapmamış gibisiniz aslında. Hatta Leyla, Ahmet’e oranla daha fazla sahip yaşamına…
Rahatlıkla söyleriz bunu. On kişiden dokuzu böyle duruyor baktığımda. Kimse ne istediği mesleği seçebilmiş, ne sevdiği adamla-kadınla birlikte olabilmiş… Herkes beklentilere cevap vermek için yaşıyor hayatı. Kabul görmek için çalışıyoruz uyuyup uyanıp. Kabuğunu kıran, seçimini yaşayan ne kadar az…
Erkekler, kabul görme çabasına daha düşkün, hep daha feodal ve hep daha muhafazakar oldular kadınlara kıyasla. Aile, akraba, gelenek, bekaret, namus, şeref; onlar için sevgiden tutkudan önce geldi hep. Kadınların kaybedecek şeyleri onurlarıdır sadece. Kadın daha cesur ve gözü karadır.
Rağmen cinsiyetimi senaryoya ve reji masasına koymadım diyebilirim. Hatta çoğu zaman Ahmet oldum Leyla olduğumdan daha fazla…
Filmde evliliğe karşı da eleştiriler var. Özellikle kadının konumlandırıldığı yer açısından ülkemizde evliliğe yaklaşımı nasıl yorumluyorsunuz?
Evlilik nedir? Kabul görme, onaylanma, aklanmadır. Çocuk yapmayacaksanız evliliğin bir anlamı yoktur. Evlilik dışı ilişkiyi yaşayan kadın ahlaksızdır, erkek de nasıl olsa bir başkası ile evlenecektir nasıl olsa…
Süslü giysiler giyinip dans edersiniz ve her şey birden harika olur. Ya ilk cinsel deneyimini ağır bir travma olarak yaşayan çift, güle oynaya evlenir mi? İkisinin de aklından yıllarca silinmeyecek deli sorular…
Bir de anneler her zaman, çocuklarının evlenmesini ister. Çünkü evlenmeyen ya eşcinseldir ya da delidir bu toplumda… Halbuki bir dolu insan tanıyorum eşcinseller, deliler ve evliler J Yani bütün bu yaftalamalar saçma, yalan…
Kasap Havası’nın “melodram”a evrilen yönleri var. Bu eğilimi ile Yeşilçam sineması arasında adeta nostaljik bir bağ kuruluyor. Bu özellikle planladığınız bir şey miydi?
Böyle bir şeyi nasıl planlayabilirim. Bu zamanda kim hangi yönetmen bir Yeşilçam filmi yapayım diye çıkar yola? Ben sadece duygusu yüksek, tutkulu bir film yaptım. Öyle biriyim çünkü. Melodrama evrilen sahnelerimi merak ediyorum ben de. Hiçbir duyguyu abartmadığımı düşünüyorum. Yerel bir film yaptım. Bizden bir hikâyeyi bizim insanlarımızla anlattım. Avrupa’da festivalciler Yeşilçam’ı bilmedikleri için bu soruyu sormak yerine tutkulu ve duygu dolu bir film diye tarif ediyorlar filmi.
Yeşilçam’ı anımsatabilirliği olan tek bir şey var bu filmde, iki adamın rastlantı sonucu birbirini tanıması. Bile isteye yaptım bunu da. Dünya bu kadar küçük gerçekten… Ben çok yaşıyorum bu küçük dünya tesadüflerini. Hoşuma da gitmiyor değil…
Kasap Havası’nın bundan sonraki yolculuğu nasıl olacak? Katılmayı planladığınız festival, özel gösterim, yurt dışı vizyon gösterimi var mı?
Katıldığımız iki Avrupa festivalinde birkaç festivalden davet aldım. Benim de filmimi göndermek istediğim iki festival var, bekliyorum. Almanya’da seyircinin ilgisi çok fazla idi. Filmi çok sevdiler. Almanya vizyonu bir süre sonra söz konusu olabilir.
Estonya Tallinn’de seyirci biraz şaşırdı. Beni çok cesur buldular. Ülkemde bu film nasıl kabul gördü, ne tepki aldı? Sanki ülkeme döndüğümde kırk elli kırbaç yiyeceğim falan 🙂 O kadar da değil dedim 🙂
Bu, ilk uzun metrajınız ama siz sinemaya ve televizyona uzak bir isim değilsiniz. Neden bu kadar beklediniz Kasap Havası için?
Sektörün içinde uzun yıllar geçirince, iyi bir film yapamazsam kaygısı da büyük oluyor. Dünyanın en iyi filmini yaptığımı falan sanmıyorum elbette ama yapmak istediğimin yüzde seksenini yaptığıma inanıyorum. Bunu için beklemem lazımdı. Bir de tabi söyleşinin başında söz ettiğim çalışmak ve para kazanmak zorunda olma hali… Yapı olarak ben her şeyi ertelerim ama bu film yapma işini biraz fazla ertelemişim evet. Keşke on yıl önce yapsaymışım ilk filmimi. Şimdi üçüncü filmime hazırlanıyor olabilirdim. Arayı hızla kapatmak istiyorum. Başladım yeni projeye…
Filmden unutamadığınız bir “an”ı anlatmanızı istesek bu hangi an olurdu?
Filmin geçtiği mekanlardan biri belalı bir mahallede idi. Tinerciler, bonzai satıcıları, beli tabancalı küçücük oğlanlar… Mekan sahibi ayağından vurulmuş olarak geldi sete 🙂 Çekimlerin son günü, son sahneyi çekecekken setimi bastılar silahla. Haraç vermemek için vurulmayı göze aldım. Son sahneyi bir yerlerden bir kurşun bekleyerek çektim. Lise iki öğrencisi bonzai bağımlısı bir oğlan, tabancasıyla koruma oldu bana. Mekan sahibi kafası güzel, repliğini unutup bana yedi tekrar yaptıran oyuncuma öfkelendi oyuncumu vurmaya kalktı. Beni üzmesine dayanmıyormuş oyuncumun. Filmin son sahnesini çektiğimi öğrenince bana, ölsen de olurmuş bacım deyip kahkaha attı. Geçenlerde gittim oraya, vurmuşlar onu galiba. Başka mafya çöreklenmiş mekana.
Bundan sonraki projeleriniz hakkında bilgi alabilir miyiz?
Evlilik programında tanışıp evlenen orta yaşlı bir çifti yazıyorum. Aynı evde iki yabancı… Zaman içinde tanışacak ve birbirlerinden nefret edecekler, ve çok acı verecekler birbirlerine…
Bize zaman ayırdığınız ve sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim, hoştu 🙂