29.07.2022

Persuasion: İknadan Uzak Bir Jane Austen Uyarlaması

Carrie Cracknell’in yönettiği ve senaryosunu Ron Bass ve Alice Victoria Winslow’un yazdığı Persuasion (İkna), Jane Austen’in romanının olay örgüsünü takip eden ancak eserin içini boşaltmaktan başka bir şey yapmayan bir Netflix uyarlaması.

Zengin, güzel ve çekici Anne Elliot, bir zamanlar beş parasız genç denizci Frederick Wentworth’e delice aşıktır. Evlenmek için nişanlanmışlardır. Ancak Anne’nin arkadaşları ve akrabaları, 19 yaşında, parası olmayan ve umut vaat etmeyen genç bir adam için kendini riske atmaması gerektiğine onu ikna etmiştir. Böylece Anne, Wentworth’ün kalbini kırmıştır.

Film aynı romanda olduğu gibi bu olaydan sekiz yıl sonra başlıyor. Anne, Wentworth’ü asla unutmamıştır, ama artık tabiri caizse o artık bir kız kurusudur. (19. Yüzyıl’da genç bir kadın 24 yaşından büyükse ve hala evlenmemişse kız kurusu sayılıyordu) Anne, bir “kız kurusu” olarak, hayatını tam bir snob olan babasına, kız kardeşlerine ve kız kardeşinin çocuklarına bakmaya adamıştır. Bu arada Wentworth ise donanmada kaptan olmuştur. Artık zengin ve saygın biri olarak kendine bir eş aramaktadır ve ilişkilerini bitirdiği için Anne’e hâlâ kızgındır.

Austen’in Anne Elliot’ı, içinde sıkışıp kaldığı koşullara çoğu şeye verdiği gibi tepki verir. İçten işkence çekerken dışarıdan mümkün olduğunca sakin görünür. Anne’in baş etmek zorunda kaldığı sosyal baskılar ile derin duygusal acısı arasındaki gerilim, Austen’in İkna’sını oluşturan damarın büyük bir parçasıdır. Tabii ki bu tür bir iç çatışmanın ekranda dramatize edilmesi kolay değil. Ancak, yönetmen Cracknell ve senaristler bunu en iyi şekilde nasıl yansıtabiliriz kısmıyla uğraşmak yerine kestirme yolu seçmişler. Anne’in varoluş sancısını kesip atmışlar.

Bridget Jones’dan Fleabag’e: Bir Karakterin Ölümü 

Netflix’in İkna’sında Anne, tam bir klişeye, bolca aşina olduğumuz bir romantik komedi kahramanına dönüşüyor. Mağrur ve sağduyulu Anne, küvette ağlayan, kadeh üstüne kadeh kırmızı şarap içerken yine ağlayan, hatta kafasına kazara şarap döktükten sonra tekrar ağlayan bir tür Bridget Jones’a dönüşüyor. Ağlamadığında ise ya akrabalarının kusurlarını kameraya doğru haykırıyor ya da içine düştüğü garip sosyal durumlarda saçma şeyleri ağzından kaçırıyor. Mesela, bir tanışma esnasında “Bazen bir ahtapotun yüzümü emdiğini hayal ediyorum” diyor.

Bir başka sahnede ise gecenin bir yarısı Wentworth’ün duyacağı şekilde ve yakalanmak pahasına onun adını var gücüyle haykırıyor. Bunların hiçbiri romanda yer almıyor. Elbette bir uyarlama söz konusu ise romanda yer almayan pek çok durum senaryoya eklenebilir, ve ekleniyor da, ancak buradaki asıl sorun tüm bu değişikliklerin Anne Elliot karakterinin sessiz, ince bir şekilde alaycı ama mağrur duruşuna zarar veriyor olması. Wentworth’ün kendisine hala aşık olmasının sebebi olan özelliklerinden arındırılması. Oysa Anne Elliot ne Bridget Jones ne de Fleabag. O sadece Anne. Jane Austen’in Anne’i.

Öte yandan, Kaptan Wentworth, kitaptaki cazibesinin ve enerjisinin kıyısından köşesinden geçemiyor. Cosmo Jarvis’in canlandırdığı Wentworth, utangaç, neden düşünceli olduğu belirsiz, özgünlüğü olmayan ve merak uyandırmayan bir karaktere dönüşüyor. Filmde sadece Wentworth’de değil, genel olarak bir enerji ve tutku eksikliği mevcut. Jane Austen’in o zarif ve nüktedan dili tamamen silinmiş ve kaleminin ardındaki tutku ve heyecan yok edilmiş. Film içerdiği bütün güncel atıfların sözde “köhnemiş ve yaşlı” Austen’ı hayata döndüreceği varsayımına sırtını yaslıyor. Mesela, Austen’ın ince bir ironi ile yazdığı, romanda yer alan şu sözlere bir bakalım:

“Oysa, şimdi iki yabancı gibiydiler. Hayır, bu yabancı olmaktan da beterdi çünkü hiçbir zaman yeniden tanışamazlardı. Sonsuza dek sürecek bir yabancılaşmaydı bu.”

Netflix’in İkna’sı bu can alıcı cümleleri alıyor ve çırılçıplak bırakıyor:

“Artık yabancıyız. Hayır, yabancılardan daha kötü. Biz eski sevgiliyiz.”

Bu sözleri söyledikten sonra dediklerinin “ağırlığını” sindirebilmemiz için Anne Elliot kameraya bakıyor. Oysa ki Austen eserleri barındırdıkları hiciv, ele aldıkları duygular ve sosyal betimlemeleri ile zaten zamansız ve bu yüzden hala çok popülerler. İşte tam bu sebeple, neredeyse her yıl yeni Bir Austen uyarlaması karşımıza çıkıyor. Austen’in daha “anlamlı” kılınmaya çalışılmasına ihtiyacı yok. Hem de hiç yok.

İçi Boşaltılmış bir Austen

Austen’in İkna’sı 21. yüzyılda zaten gayet mantıklı bir okuma sunuyor. Netflix’in İkna’sı ise artık klasikleşen ve gayet güzel yorumlar alan Clueless filminin Emma’yı 20. Yüzyıla taşıdığı gibi incelikli bir yorum katamıyor. Anne Elliot’ın kalp acısını örtbas etmeye çalışmasının ardındaki toplumsal kurallar değişmiş olabilir ama romanın özündeki duygular, yalnızlık, özlem, ve umutsuzluk günümüzde hala güçlü bir şekilde yer buluyor.

90’lı yıllarda geçen Clueless 19. Yüzyıl adetlerini California’daki lise hayatına aktararak gayet eğlenceli bir seyir sunuyordu. Kısacası, seyircisiyle beraber eğleniyordu. İkna’nın ise günümüzün modern adetlerini 19. Yüzyıl İngilteresine aktarma girişimi maalesef beceriksiz ve biraz da küçümseyici kalıyor. Kısacası, film, seyircinin Jane Austen’i kendi başına anlayamayacak kadar zeka yoksunu olduğunu varsayıyor. Bu yüzden de onun eserini hayata geçirmeye çalışmak yerine özet geçmeyi yeğliyor.

Dakota Johnson‘a gelince… Anne Elliot karakterini canlandırırken bambaşka bir malzeme, yani Austen’in özgün dilini hiçe saymayan bir senaryo ile çok daha başarılı bir performans sergileyebilirdi diye düşünüyorum. Ancak bu şans elinden alınmış. Sonuçta ortaya devamlı kameraya bakıp göz kırpan ve Fleabag misali dördüncü duvarı yıkacağım derken o duvara toslayan, derinliği olmayan bir karakter çıkmış. Halbuki Johnson, 2020 yapımı Emma’da Emma’yı canlandıran Anya-Taylor Joy’un buz gibi oyunculuğundan farklı olarak Anne karakterinde belki de harikalar yaratabilirdi.

Pride and Prejudice romanının bir bölümünde Darcy’nin tutkuyla yemin ettiği bir bölüm vardır. Türkçe’ye Aşk ve Gurur olarak çevrilen eski bir tercümesinde ise yemin eden Darcy şöyle der: “Ekmek çarpsın!” Oysaki Darcy gibi burnu havada ve iyi eğitimli bir toprak zenginin kullanmayacağı bir dildir bu. Bu talihsiz ve yersiz yerelleştirmenin sebep olduğu gibi Netflix’in İkna’sı da eğreti duran bütün göndermeleri ve basitleştirme çabaları ile ağzıda kekremsi bir tat bırakıyor.