18.05.2016

Phoenix: Acı Aşk

.*Yazı film hakkında detay içermektedir.

Nelly savaştan yorgun çıkmış. Herkes ölecek derken direnmiş, kurtulmuş. Yüzünde taşıdığı ver her zaman hatırlayacağı yaralarla birlikte hayata dönmüş. Tabii korkuları var. Belki ölmek istiyor. İnancı oldukça zayıf. Lene yardım ediyor ona. Hem ona hem de aslında kendine. O da yara sarıyor. Normal hissetmek istiyor, yardım etmek istiyor ve yeniden başlamak istiyor. Nelly’nin yüzündeki yanıklar için bir doktor bulunuyor. Halledilmeyecek bir şey değil diyor ve hemen işe koyulmak istiyor.

-Nelly? Yüzün nasıl olsun istersin, yepyeni bir yüz her zaman avantajdır ne dersin?

-Eskiden nasılsam öyle görünmek istiyorum.

Doktor, belki de yepyeni bir hayatın anahtarını sunuyor Nelly’e. Kimsenin tanımayacağı, kötü anıları bile unutturacak, sıfırdan başlamayı sağlayacak bir yüz. Belki de asıl ihtiyacı olan şey. Aynaya baktığında hiç bir şey hatırlatmayacak yepyeni bir yüz. Nelly kabul etmiyor. Zira, eski hayatı neyse onu istiyor. Yeni bir şeye tahammülü yok. Yaşanılan tüm acılara rağmen yeni diye bir şey yok. Nedeni ise çok açık: “Aşk”.

Nelly, kocası Johnny’i bulabilmek, ona tekrar kavuşabilmek umuduyla hareket ediyor. Yüzünün eski halini istemekle kalmıyor, çok uzaklara gidip yerleşme ihtimalini de kabul etmiyor. Daha dinlenmesi gerekirken, sokaklarda onu aramaya koyuluyor. O Nelly’i ararken de Lene bize Johnny’i anlatıyor. Lene’nin diyalogları sonucu, Johnny’nin Nelly’e ihanet eden, parasının peşinde koşan bir üçkağıtçı olduğunu düşünüyoruz. Burada kendisinden daha tanımadan nefret etmeye başlıyoruz. İzleyici olarak hikayenin bir köşesine yerleşiyor, orada kalıyoruz.

Nelly sonunda Johnny’i buluyor. Ondan daha mutlusu yok ama Johnny kendisini tanımıyor. Daha doğrusu “eşime benziyorsunuz” diyerek ilgi kuruyor. Bir oyunun içine sürüklüyor. İşte bu oyun, her açıdan harika işlenebilecek bir okumaya sahip. Nelly’den kendisinin yerine geçmesini istiyor. İşte burada aşk kavramı ve güven meselesi devreye giriyor. Nelly adeta yeniden doğuyor. Hem de daha önce olduğu gibi Johnny sayesinde ve onun kollarında. Ona aşık olduğu ve iltifatlarından beslendiği zamanlardaki gibi. Anılar konuşuldukça, Johnny, sözde bir başkasına, Nelly’i anlattıkça ona eskisinden de çok yakınlaşıyor. Burada hikaye anlatımı konusunda ufak tempor sorunları olsa da Petzold yine iyi iş çıkarıyor ve içine çekmeyi başarıyor. Senaryodaki ufak hamleler ise bizi bazı şüphelere itiyor. Johnny’ni gerçekten tanımadı mı? Yoksa işin ucunda para olduğu için, Nelly’i tekrar âşık edip, bir şekilde paraya mı konmak istiyor. O etkileyici finale kadar bu soru izleyicinin kafasını da sürekli meşgul ediyor.

Filmin en büyük kozlarından biri oyunculuklar. Zaten belli noktalarda oldukça teatral olan ve sinematografik güçle desteklenen hikâye iyi performanslar olmadan anlamını epey yitirirdi. Özellikle planı devreye soktukları zaman, Nelly’nin adeta kendini oynadığı bölümlerde karşılıklı müthiş performans sergiliyor Nina Hoss ve Ronald Zehrfeld. Hani şu kimya dediğimiz olay da inanılmaz tutmuş ikili arasında. Barbara filminde gördüğümüzün de daha üst seviyesinde hatta. Zaten filmin bazı bölümlerinde Petzold ikili için geniş bir alan yaratıp topu onlara atıyor. Kamerasını da buna uygun kullanıyor ve biz bir tiyatro oyununda gibi izlemeye koyuluyoruz.

Son olarak filmin etkileyici finalinden bahsetmek gerek. Nelly artık finalle birlikte kendini gerçekleştiriyor. Son hamlesini de yapıyor. Eski hayatına ait olan ve geri dönüşünde yapmadığı tek şeyi de yerine getiriyor ve oyunun finalini de yapıyor. Öğrendiği bir sarsıcı bilgi ise aşkın önüne geçebiliyor, bir anlamda aşk her şeyi affedemiyor. Sahnenin gerçekliği ve donukluğu, hem hikayenin finaline şahitlik eden karakterlerin hem de izleyici olarak bizlerin donup kalmasına sebebiyet veriyor. Aşk, güven, ihanet, sevgi, var olmak gibi kavramlar birbirine karışıyor. Nelly aynı zamanda gücü de simgeliyor. Yıkımdan kurtulan, aşkı arayan ama kendinden de zamanı geldiğinde kesinlikle ödün vermeyen güçlü bir kadın. Çok okumaya müsait ama okunacak temelin “insan” üzerinden olduğu bir finalle film noktalanıyor. Petzold’un filmografisi içinde belki en iyi film değil Phoenix ama daima iyi işlerinden biri olarak anılacaktır.