15.11.2019

Podcastten Televizyon Dizisine: Limetown

Zack Akers ve Skip Bronkie, Limetown hikâyesinin temellerini 2013 yılında atıyor. 2015 yılında ilk podcast bölümünü yayınladıklarında dinlenme oranlarının yüksek olacağını düşünmediklerinden dizinin geri kalan bölümlerini yazmıyorlar bile. Birkaç hafta içinde en çok dinlenen program olunca hem şaşırıyorlar hem de beş ay sürecek podcast serüvenleri için kolları sıvıyorlar. Hemen ardından ise dizi fikri geliyor.

Sır perdesinin arkasına saklanmış hikâyeler, favorileri arasında olan izleyiciler için biçilmiş kaftan Limetown. Ürpertici tonu ve esrarengiz olay örgüsüyle sizi ilk dakikalardan içine çekmeyi başarıyor. Mütemadiyen neler olduğunu sorguladığınız, her yeni sahnesi bir öncekinden daha gizemli olan dizi, yarımşar saatlik bölümlerle kendini yormadan izletiyor.

İlk sezonunu Facebook Watch’ta bulabileceğiniz dizi, Tennessee’deki bir nörobilim araştırma tesisinde bir anda kaybolan üç yüz kişinin akıbetinin peşine düşen Lia Haddock adındaki gazetecinin hikâyesine odaklanıyor. Jessica Biel’in başı çektiği oyuncu kadrosunda Stanley Tucci, Alessandro Juliani ve Omar Elba gibi kişiler bulunuyor.

Biel’in gerçek bir hikâyeden uyarlama olduğunu düşündüğü ve günlerce internette yaşananlarla ilgili daha detaylı bilgi bulmak için araştırma yaptığı, kurgu olduğuna ikna edildiğinde ise kendisini bu kadar etkileyen bir projenin içinde yer almaya karar verdiğini söylediği Limetown, yavaş işleyişine rağmen izleyicisini soluk soluğa bırakan bir dizi. İkinci sezonuyla geri döneceği ise konuşulanlar arasında.

Bu İnsanlar Nerede?

2000’lerin başında bir araştırma merkezinde kadın, erkek, çocuk üç yüz yirmi altı kişi kaybolur. Olanları ne gören ne duyan ne bilen vardır. Üstelik başlarına gelenleri anlatacak kurtulan bir kişi bile olmamıştır. Uzun süre gündemi meşgul eden Limetown da kaybolanlar da yıllar geçtikçe hafızalardan yavaş yavaş silinir. Yalnızca bir gazeteci, Lia Haddock, aradan geçen on beş yıl sonra bile bu insanlara ne olduğunu sorgulamayı bırakmaz; bu akıl almaz olayın peşinde dolanır durur. Kaybolanlar arasında amcası da bulunduğundan konuya kişisel olarak yakınlık duymaktadır; fakat bir süredir çıkmaz sokak içinde yönünü bulamaya çalışan ve bir türlü bir ipucu yakalayamayan Lia’ya editörü iyi ya da kötü artık bir haber girmesi için baskı yapmaya başlar.

Bölümler ilerledikçe işler karışır karışmasına ama tesadüf bu ya, Lia’nın önünde cevaplara biraz daha yaklaşabileceği kapılar aralanır. Limetown araştırma merkezinde yapılan deneylerle ilgili artık doğru ve kanıtlanabilir bilgiler edinmeye başlayan genç kadın, belki de üç yüz kişinin aslında kaybolmamış olabileceği gerçeğiyle karşı karşıya kalır.

Bir Doğru Üç Yanlışı Saf Dışı Bırakıyor

Karakterlerin gelişimlerinin önemsenmediği, yan olay örgüleriyle kurgunun zenginleştirilmediği dizi, kısıtlı bir pencereden hikâyeye yaklaşarak yalnızca kasabaya ve bölümler boyunca sorduğu soruları cevaplamaya odaklanıyor. Olayların geçtiği dünyanın da yeterince genişletilememiş olması kimi izleyicisini tatminsiz bırakıyor. Emsalsiz ve dolu dolu diyaloglar yok. Amaçsızca yazılmış sahneler de az değil. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyor. Bu da bizi, diziyi yaratıcıları oldukları podcastten uyarlayan yazarların muhtemelen ya hikâyelerinden kopmak istemediklerini ya da uyarlama dizi çıkartmak için yeterince deneyime sahip olmadıklarını düşündürüyor.

Akers ve Bronkie, podcast Lia’nın sesiyle ve bakış açısıyla verildiği için dizide de Lia’yı derinleştirmek, keşfetmek ve ona daha fazla sahne zamanı vermek istediklerini söylüyor. Adeta Lia üzerine kurulmuş ve başka bir karaktere yaşama şansı vermeyen dizide haliyle ilginç kişiliklere de rastlamıyorsunuz. Ana karakter Lia da nevi şahsına münhasır diyebileceğimiz biri değil. Bu tarz hikâyelerin olmazsa olmazı, kimsenin artık önemsemediği bir sırrı ne pahasına olursa olsun aydınlatmaya çalışan, duygusal olarak tatminsiz, hırslı ve yalnız bir kadın. Bir yandan unutamadığı hatıraları ve uzun süredir peşini bırakmayan kabuslarıyla kaybolan amcasının izini sürmeye bir yandan da işinde tutunmaya çalışıyor.

Örtüyü kaldırınca ortaya çıkan pisliklerle, akla hayale sığmayan tecrübelerle ve her dakikasını izlenilebilir kılan bir başrol oyuncusuyla eksikleri olan bir proje de olsa Limetown, bizi keyifli vakit geçirmekten alıkoymuyor. Wayward Pines ve X-Files’ı hatırlatan dizi, “Ne olmuş?” “Nasıl olmuş?” derken geçirdiğimiz beş saate değiyor. Neredeyse tüm bölümleri dehşet verici görsellerle süslenmiş. Seslerin kullanımı ve sıklığıyla dizinin rahatsız edici havası da her dakika başarıyla yansıtılmış. Fazla vakti olmayan gerilim meraklıları için ideal.