27.05.2017

The Railway Man: “Nefret Bir Gün Bitmek Zorunda”

Eric Lomax’ın otobiyografik romanından esinlenerek beyazperdeye uyarlanan filmin başrollerinde Colin Firth, Nicole Kidman, Stellan Skarsgaard ve Hiroyuki Sanada yer alıyor.

İkinci Dünya Savaşı esnasında Japonya tarafından inşa edilmeye başlanan Thai/Burma demiryolu, Japonya’nın müttefikleriyle olan iletişimi kolaylaştıracak stratejik bir noktada konumlanmıştır. Demiryolunun yapımında Japon ordusu tarafından ele geçirilen tutsak askerler görev almaktadır ve insanlık dışı şartlarda çalıştırılan bu askerlerden birçoğu hayatını kaybetmekte, geri kalanlar ise açlık ve aşırı yorgunlukla mücadele etmektedir. Tayland’daki esir kampında tutulan Eric Lomax da bu askerlerden biridir. Artık Death Railway olarak adlandırılan demiryolunda çalışmayı reddeden Eric Lomax, genç bir Japon askeri olan Nagase tarafından ikna edilene dek çeşitli işkencelere maruz kalır ve sonunda çalışmayı kabul etmek zorunda kalır. Yıllar sonra bu yıkıcı tecrübeden kurtulan kişilerden biri olarak hayatına devam etmiş olsa da kendine işkence eden Nagase’nin hayatta olduğunu öğrenmesiyle, kurtulamadığı bu kâbus tüm canlılığıyla geri döner ve böylece intikam yolculuğu başlar.

Filmde olaylar 1980 yılında geçerken, Eric Lomax’in 1942 yılında yaşadıkları geriye dönüşlerle veriliyor. The Railway Man’in ilk bakışta, Oscarlara da göz kırpan bir aşk-savaş filmini konu alacağı izlenimine kapılıyoruz. Trendeki romantik tanışma, Nicole Kidman’ın varlığı, ikinci baharını yaşayan çift, İngiliz kırsalının büyüleyici görüntülerine bakınca bu izlenime kapılmamak elde değil. Elbette her şeyin biraz fazla güzel başladığı ortada. Bir süre sonra Eric Lomax’in ciddi psikolojik sorunları olduğu çıkıyor ortaya. Eski bir askerin iblisleriyle baş etmek zorunda kalan bir kadın var karşısında. Bu noktadan sonra geriye dönüşler ön plana çıkmaya başlıyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlara esir düşen İngiliz askerlerin yaşadıkları, biraz fazla İngiliz bakış açısıyla ve çoğunlukla tek taraflı olarak veriliyor. “Acımasız Japonlar”, “kötü kalpli Asyalılar,” “onurlu İngiliz askerleri” klişeleri bir bir gözümüzün önünden geçerken, romantik bir film gibi başlayıp psikolojik bir gerilime dönüşen film, son kertede duygusallığı ağır basan bir intikam-savaş-dostluk-aşk öyküsü olarak sona eriyor. Savaşların çirkin gerçekliklerini gözler önüne seren filmlerden biri olsa da, işkence sahnelerinin yer yer gözümüze biraz fazla sokulması, tıpkı “medeni Avrupalılar barbar vahşilere karşı” konulu zilyon filmden biri olduğu gerçeği kadar bıkkınlık getirebilir izleyiciye.

Filmde Colin Firth kariyerinin sağlam performanslarından birini sergilerken- Lomax’in gençliğini canlandıran Jeremy Irvine de hık demiş Colin Firth’ün burnundan düşmüş- Nicole Kidman ile Stellan Skarsgaard’ın dengeli oyunculuklarından çok Japon tercüman rolündeki Hiroyuki Sanada’nın kısa ama etkili performansı ön plana çıkıyor. Maalesef senaryo ve öykü daha çok Lomax’in hikayesine odaklandığından, Japon tercümanın hikayesi havada kalıyor.