28.05.2017
VİZYON DIŞI: The Rocket
Avustralyalı belgeselci Kim Mordaunt‘un senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı The Rocket, Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Film’ ödülüne layık görülmüştü. İkiz kardeşi doğumda ölen Ahlo’nun, ikiz doğduğu için çevresinde bulunan herkese kötü şans getirdiğine inanılır. Baraj yapımı nedeniyle Ahlo ve ailesi evlerinden taşınıp iktidar sahipleri tarafından kendileri için ayrılan bölgeye taşınmak zorunda kalır. Kendileri için ayrılan bu bölgenin hiç de öyle yaşanılası bir yer olmadığını görünce hayal kırıklığına uğrar aile. Sonrasında yaşadıkları dramatik olayın etkisiyle, Ahlo’nun aileye uğursuzluk getirdiğini sürekli yüzüne vurur büyükanne.
Ahlo ailesini kaybetmiş yetim kızla onun James Brown hayranı, James Brown’ın meşhur mor kıyafetiyle bütünleşmiş, keyfine düşkün ama bir o kadar da çevresinde olanlara vakıf sarhoş ve eksantrik amcasıyla tanışır. Nihayet kabul gördüğü bir çevre bulabildiğini düşünürken, kaldıkları kampta yine başı beladan kurtulamayınca ailesi ve bu iki yeni arkadaşıyla linç edilmekten son anda kurtulur ve Laos’a taşınmak zorunda kalırlar. Çeşitli sorunlarla geçen yolculuk, Vietnam Savaşı’nın izlerini hala taşıyan bir köyde son bulur. Ahlo’nun tek amacı, kötü şans getirmediğini kanıtlamaya çalışmaktır. Tehlikeli ve heyecan verici Roket Festivali’ne katılması da hem bunun için hem de evsiz ve parasız kalan ailesine kendince katkı sağlamak içindir.
Son yarım saate damgasını vuran roket yarışması, filmi sıkça rastladığımız umuda yolculuk öykülerinden birine dönüştürüyor. Bir noktadan sonra tahmin edebiliyoruz bu öykünün nasıl sonlanacağını ama sürekli uğursuzlukla suçlanan bir çocuğun öyküsünde çok da yadırgamıyoruz bu sonucu. Ahlo bu yarışmayı kazanırsa, kötü şansı yeneceğine ve bu damgadan kurtulacağına inanıyor. Bir tür yağmur duası işlevi gören roket yarışması filmde fişek gibi bir etki yaratıyor ve heyecan doruğa çıkıyor.
Arka planında çeşitli sosyal dramlar sergileyen ve bunu yaparken ana karakterine bir çocuğu yerleştiren filmler şeklinde bir kategori oluşturursak, The Rocket’in bu kategoriye cuk oturduğunu söyleyebiliriz. Doğanın ve insanlığın iktidar ve menfaat çatışmalarına kurban edildiğini bir çocuğun hikâyesiyle gösteren ne ilk ne son film belki The Rocket. Yine de, belki sonu hariç, klişe olduğunu söyleyemeyiz. Filmde duygusal ve mizahi sahneler başarıyla harmanlanıyor bu tarz filmlerden bekleneceği gibi. Oyunculuk ve görsellik de filmin artıları arasında. Savaşın gölgesinin hala hissedilebildiği bu coğrafya, Vietnam Savaşı’nı konu alan Amerikan filmleri dışında pek fazla yansıtılmıyor perdeye. En eleştirel ve sert tonlu Vietnam Savaşı konulu filmlerde bile bölgenin insanını genellikle figüran olarak izlemeye alışık olduğumuzdan, The Rocket’ta izlediğimiz yaşama aç ve sahici insanlara minnet duyabiliriz olsa olsa.
Yönetmenin baraj yapımı nedeniyle evlerinden edilen insanların hikâyesiyle Vietnam Savaşı etkisini biraz daha vurgulamak yerine, Ahlo ve ailesinin hikâyesine odaklandığını görüyoruz daha çok. Sonuçta, hala patlamamış bombalarla dolu bir coğrafya söz konusu olan. İki çocuğun birbirinden keyifli sahneleri ve James Brown hastası amcanın filme kattığı eğlence evlere şenlik olsa da, mor amcanın savaş geçmişiyle ilgili biraz daha bilgi sahibi olmak isterdik ama ne yazık ki havada kalıyor mor amcanın filme kattıkları bir süre sonra.
Tüm talihsizliklere rağmen sıcak ve eğlenceli, dramatize edilmeye müsait olsa da insan ve doğa sevgisini ön plana çıkaran bir film The Rocket. Görselliği, anlatımı ve özellikle çocuk oyunculukların performansıyla seyri yüksek, kimi eksikliklerine karşın kendini sevdirmesini bilen bir film.