12.01.2019
ŞÜPHE: Edebiyattan Sinemaya Gizem Dolu Bir Şölen
Haftanın filmlerinden Şüphe, özellikle Haruki Murakami’nin edebiyatını sevenler için iyi bir seçenek olacaktır. Murakami’nin en sevdiği yazarlardan biri olan William Faulkner’ın Barn Burning isimli eseriyle aynı ismi taşıyan ve ilk kez The New Yorker’da yayınlanan Barn Burning isimli kısa öyküsü beyaz perdeye Koreli yönetmen Lee Chang-dong tarafından aktarılıyor.
Dilimize Şüphe ismiyle çevrilen Burning filmi Ekim ayında Filmekimi’nin programında da yer almıştı. Murakami’nin kitaplarında yarattığı atmosferi sevenler filmde de aynı havayı bulacaklarına emin olabilirler. Böylece bu hafta hem edebiyat severler hem de sinema severler için Şüphe filmi çok iyi bir seçenek olarak görülüyor. Ayrıca filmin görüntülerinin de anlatıma katkısını unutmamak gerekir. Aslında Şüphe filmine edebiyat, sinema ve fotoğrafın buluştuğu bir şölen demek yanlış olmayacak. Bu durum Cannes’da film eleştirmenlerinin gözünden kaçmadı tabii ki ve Şüphe (Burning) filmi 2018 yılı Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI ödülünün sahibi oldu. Film aynı zamanda Kore’nin 2019 yılı Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü Adayı olarak ilan edildi.
Gençlerin Dünyasına Bir Bakış
Filmin yönetmeni Lee Chang-dong kendisi ile yapılan bir söyleşide uzun zamandır günümüz gençliği üzerine film yapmak istediğini belirtiyor. Bugün dünyamızda uluslardan, dinlerden ya da sosyal statüden bağımsız birçok insanın değişik sebeplerle bir öfke durumunun içinde olmasından etkilendiğini söylüyor. Genç insanların öfke durumunun ise ayrı bir problem olduğunu ve bugün Kore’de gençlerin anne babalarının döneminden daha kötü durumda olduklarını, gelecek içinse bir değişiklik öngörmediklerini ve bu yüzden de zayıf olduklarını düşünüyor. Burning filmi, bugünün Koreli gençlerinin içlerinde biriktirdikleri öfke ile nasıl kendilerini zayıf hissettikleri hakkında. Yönetmenin bu söylediklerini en çok filminin son sahnesi doğruluyor. Ama gene de filmden çıktıktan sonra başka sonlar da olabileceğini düşündüm. Film sadece bu son sahne ile değil ama içinde barındırdığı gizemlerle de yaratıcı sinema izleyicilerinin kafasında farklı hikâyelere yol açabilir.
Film İzlemek Kolay Bir Süreç Değildir
Film, bir kapıya odaklanarak, ana karakter Jongsu’nun bu kapıyı açması ile başlıyor. Böylece birilerinin hayatına gözlemci olan izleyicinin de filmin hikâyesindeki giderek artan gizemleri çözmesinin yolculuğu da başlamış oluyor. Filmin İngilizce ismi Burning ve Türkçe olarak yanıyor –yanan-yakıcı–yanmak hangisi olursa olsun filmin anlatmak istediğine daha uygun düşüyor. Ana karakterimiz Jongsu’nun şüpheleri var evet ama filmde yaratılan atmosfer daha çok gizem üzerine. Bu yüzden filmden bahsederken Şüphe ismini kullanınca bana sanki başka bir filmden bahsediyormuşum gibi geliyor. Burning kelimesinden direkt anlamı veren çeviri yapılmadıysa bile tek kelime olarak “gizem“ kullanılsa belki daha da anlamlı olurdu.
Film yüz kırk sekiz dakika boyunca temposunu hiç düşürmeden ilerliyor. Bu başarıda içinde sakladığı katmanlardaki gizemlerin de payı var. Her biri için farklı hikâyeler yazılabilir. Jongsu’nun yaşamın gizemlerden oluştuğunu söylemesinin hemen ardından filmin gizemlerinden birinin çözüleceğini anlıyoruz ama bu hevesimiz yarım kalıyor zira o da bizim kendi kafamızda yarattığımız bir son olarak kalıyor. Murakami’nin anlatım tarzına uygun ilerleyen filmde tıpkı Murakami’nin hikâyelerinde olduğu gibi sırlar ya çözülüyor ya da çözmek için izleyiciye ipuçları veriliyor. Bu film, film izlemenin kolay bir süreç olmadığına ve filmin sona ermesinden sonra da izleyicinin kafasında hikâyenin devam edebileceğine güzel bir örnek.
Dar Alanlarda Yaşanan Hayaller
Film konusunu Seul’de yaşayan üç genç üzerinden anlatırken bugünün sosyal hayatından örnekler de veriyor. Dışarıdan oldukça sessiz, sakin görünen Jongsu aslında içinde patlamaya hazır bir öfke biriktirmektedir. Jongsu’nun çocukluk arkadaşı Haemi’nin filmde gizemin sembolü diyebileceğimiz arkadaşı Ben parasının kaynağı açıkça belli olmayan genç bir Korelidir. Haemi, yatağı ve mutfağını kapsayan tek odadan oluşan evinde hiç görmediğimiz kedisi ile yaşamaktadır. Zaman zaman reklam kızı olarak çalışsa da kazandığı para yaşamak istediği hayatı yaşamasına yetmemektedir. Jongsu ise üniversitede yaratıcı yazarlık okumuş ve babasının köydeki evinde yazarak yaşamaya çalışmaktadır. Ben ise oldukça modern döşenmiş dairesinde, spor arabası ile zengin bir hayat yaşamaktadır. Filmde bu üç karakter üzerinden sosyal yaşam üzerine eleştirel bir bakış gelişmektedir. Haemi rolü için yönetmen daha önce hiç oyunculuk deneyimi olmayan Jun Jong-seo ile çalışmayı tercih etmiş. Özellikle hayali mandalina soyma ve ters ışıkta doğayla bütünleşen dans sahnesinde Jun Jong –seo vücudunu oldukça yumuşak bir kontrolle kullanarak etkileyici bir oyunculuk çıkartmış. Onu daha başka projelerde Kore sinemasının parlayan yıldızı olarak görebiliriz.
Filmde ayrıca Haruki Murakami’nin William Faulkner hayranlığına da birkaç yerde vurgu yapılmış. Murakami’nin Barn Burning kısa öyküsü İngilizce olarak internette bulunabilir. Film birebir bu öykünün sinemaya aktarılması değil ama Murakami edebiyatının öğelerini, Murakami’nin kitaplarında yarattığı atmosferi filmde de bulmak mümkün. Bu yüzden Murakami seven okuyucular için filmi izlemek de ilginç olacaktır. Ayrıca Murakami öyküsünde yanan yerler için ambar ya da ahır anlamına gelen barn kelimesini kullanmış. Filmde ise bunun yerine seralar kullanılıyor. Yönetmen bunun sebebini Kore’de çok sayıda sera olması ile açıklıyor. Filmin bir yerinde karakterlerimiz metafor üzerine konuşuyorlar. Bu belki de izleyiciye filmdeki metaforları bulmak anlamında bir uyarı. Örneğin Haemi’nin tek güvendiği kişiyi anlatırken oldukça güçlü bir metafor kullanımı var.
Burning uzun zaman hafızalardan çıkmayacak önemli bir film, kaçırmamakta fayda var.