28.04.2018

Taksim Hold’em: Gezi’yi Hatırlamak

Bir grup erkek, poker oynamak için toplanır

Hikâye böyle başlar… Bir yaz gecesi, artık bir ritüel ve arınma haline gelmiş poker oyunu seansına hazırlanan muhtemelen yirmilerinin sonunda – otuzlarının başında bir grup erkek, dışarıdan gelen seslerle seyirciyi de kendilerine ortak eden bir gerilime dahil olurlar. Aslında bu sahnenin öncesi de vardır. “Odun” lakaplı adam (Kenan Ece) ile evlenmek üzere olduğu Defne (Damla Sönmez) arasında geçen bir konuşma-münakaşa hali, bizlere “Odun”un ve Defne’nin, hatta evlerine gelecek olan arkadaşlarının karakterleri hakkında bilgi verir.

Erkekler “poker” için “Odun”la Defne’nin evine geldikçe her birinin karakterleri hakkında daha detaylı bilgiye sahip oluruz tabii ki. Gözünü Gezi direnişine çeviren Taksim Hold’em, kahramanlarının bu direnişe verdikleri tepkiler ile toplumun fotoğrafını çekmekte olduğunu izleyiciye hissettirir. Ancak bu fotoğrafa dahil olanlar, İstanbul’un okumuş orta-üst tabaka kişileri ile sınırlı. Arada eve girip çıkan birkaç tipleme dışında filmin esas odak noktalarında duran kişiler, evinin konforundan “dışarı”ya bakış atan, sokağa çıkmadan “sokak” tartışması yapan ve belirli bir güven duygusundan vazgeçemeyenler… Filmin eleştiri oklarını yönelttiği kesim yani. Aslında buna pek de eleştiri demek mümkün mü bilemiyorum çünkü filmin tespitten öteye gittiği pek söylenemez. Poker de aslında bu kesimin en fazla risk alabileceği yer, yani masada bir “rahatlama hali”, kendi güvenlik duvarları dışına çıkmadan risk yaşayabilecekleri, heyecan duyabilecekleri bir oyun.

Politikleşsek mi ki?

Taksim Hold’em, ilkin büyük laflar eden sosyal medya direnişçisi “Altan” (Emre Yetim) üzerinden çok ama boş konuşan, her konuda fikri olan kesime pek de sempatik yaklaşmadığını belli ediyor. Yarattığı kahramanı komik duruma düşürerek kaypak halini göstermek, filmin en açık eleştirisi zannımca.

Altan’dan başka eşine yalan söyleyen ve onu aldatmaktan çekinmeyen Kaan (Nezih Cihan Aksoy) karakteri üzerinden evlilikler üzerine de bir dokundurma yapan senaryo, aslında en çok da güvenlik hissini sorgulatıyor bu karakter ile. Çünkü en ufak bir “direnme” ve “sokak” lafını duydukça, eşini ve çocuğunu bahane eden kişi de Kaan. Sokağa çıktığında kaybedebilecekleri üzerinden evde kalmayı tercih eden Kaan, karısını aldatma söz konusu olduğunda herhangi bir kaybının olmayacağını düşünebilecek kadar “dürüst” (!)

“Odun” lakaplı esas oğlan ise boşvermişliğin doruklarında gezinen bir kişi. Zaten üzerindeki kıyafetle de örtüşen tavırları, sevgilisi Defne’yi çıldırtacak umursamazlığı ile söylenen her düşünceye karşıt bir bir yaklaşım getirebilen de bir kişi o. Bu yönüyle, Gezi’nin içinden değil, Gezi’ye uzaktan bakan bir gözü temsil etmekte. Çünkü Taksim Hold’em de bu hisse ve duruşa sahip aslında. Gezi’ye uzaktan bakan bir tavrı var filmin.

Tek mekânda paslaşma

Filmin en olumlu karakteri gazeteci Defne gibi görünse de zaman, mekân ve şartlara göre Defne’nin de değişken bir kişi olabileceğini gösteren senaryosu ile Taksim Hold’em aslında bütün karakterlerine uzak bir tavır sergiliyor. Onlara yakından bakarken insanın doğası itibarıyla “kaypak” olabileceğinin, şartlara göre kendi güvenlik duvarını oluşturabileceğinin ve hatta her şeye mantıklı bir cevap bulup rahatlayabileceğinin altını çiziyor. Bu belki biraz karamsar bir bakış açısı ancak Gezi direnişinde filizlenen umutlardan bugün bize kırıntılar kalmışsa takındığımız tavırların da bu duruma sebep olduğunun altını çizmesiyle önemli bir iş yapıyor aslında Taksim Hold’em.

Filmin temposuyla ilgili ara sıra sıkıntılar yaşansa da bunun tek mekân bir film olduğunu unutmamakta fayda var. Bunu tempo sorununa bir sebep olarak sunmak hatalı olur elbette. Esas sorun, filmin teatral yapısına bazı performansların uymaması ve diyalogların birbirini tamamlamada yetersiz kalması. Ancak bunları bir kenara bırakırsak Taksim Hold’em, yakın geçmişimize bir göz atmak ve özeleştiri vermek için küçük bir fırsat sunuyor izleyiciye.