30.08.2016

En İyi 30 Uzakdoğu Filmi: 14 – The Assassin

Modern sinemanın ustalarından Hsiao-Hsien Hou, özellikle Three Times ve Flight of the Red Baloon ile geniş kitlelerce tanındı ve rüştünü fazlasıyla ispat etti. Yönetmenlerin toplu projeleri hariç sekiz sene sonra film çeken yönetmen, bir dövüş sanatları filmi çektiği için önce sevenlerini şaşırttı. Tabii farklı gözüken bu türü kendi sineması ekseninde ele alacağından kimsenin de şüphesi yoktu. Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü alması ise filme olan heyecan artırdı. Ülkemizde öncelikle !f Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilen film nihayet genel gösterim şansı da buldu. Usta yönetmen, iktidar savaşlarını ele aldığı öyküde daha çok bir suikastçi üzerinde duruyor. Bir rahibe tarafından kaçırılıp büyütülen ve aynı zamanda eğitilen Yinniang’ın bir görevi başaramaması üzerine başka bir seyahat ve göreve gönderilmesi üzerinden ilerleyen hikaye dövüş sanatları filmlerinden çok farklı ve bağımsız bir işleyiş ile derdini anlatmayı seçiyor.

Filmin baş karakteri yani suikastçisi Yinniang henüz filmin başında öldürmesi gereken bir valiyi yanında çocuğu var diye öldürmüyor ve kendini ikna edemediğinden yapamadığını rahibeye aktarıyor. Rahibe ise bu özelliğini kırmak için onu vicdani olarak daha zor bir göreve gönderiyor. Burada suikastçinin iç dünyası irdeleniyor. Tabii onun üzerinden hepimizin. Yetiştirilme tarzı ve edinilen sıfatlar için her şeyi göze alabilir miyiz? Peki bu edinilen yetenek insan öldürmek üzerine ise durum ne kadar değişebilir? Bunun için yetenekli olmak duygusal anlamda da hazır olduğun anlamına gelmeyebilir. Burada usta yönetmen suikastçi ile empati kurma noktasında oldukça ketum davranıyor. Yakınlık kurmamıza izin vermiyor, karar verme aşamalarında oldukça donuk sahneleri tercih ederek ajitasyona bulaşmıyor ve sorgularken tamamen objektif olmamızı sağlıyor. Filmin anlatım noktasındaki soğukluğu sadece karakterle kısıtlı değil. Birazdan görsel anlamda bir şölen olduğuna değineceğiz ama anlatım, durağan ilerlemesine rağmen bir o kadar zor ve bazen karmaşık. Diyaloglar, aralara serpiştirdiği karakterler ve tercih ettiği geçişler hazmı zor bir anlatıma sürüklüyor. Özellikle de bu tarz sinemaya uzak olan ya da sevmeyen izleyiciler için… Hele ki dövüş sanatları hakkında yapılmış bir Uzakdoğu filmi ibresine aldanıp aksiyon beklentisinde olanları çok daha zor anlar bekliyor. Hsiao-Hisen wuxia savaşçılarının hikayesini çok az dövüş sahnesi, bolca şiirsellik ve tamamen zıt kutuplardan anlatıyor. Bu bilinçli tercih, dövüş sanatlarından çıkıp sinema sanatının büyüsüne geçiş yapıyor ve görsel anlamda beklentisi olan izleyicilere harika anlar vaat ediyor. En kaba tabirle sanatsal ve şiirsel bir dövüş filmi izlemeye hazır olmak gerekiyor ve frekansı tutturduğunuzda büyüleyici anlar sizi etkisi altına alıyor.

Filmin görsel ve işitsel anlamda çıkardığı iş kusursuza yakın. Ping Bin Lee’nin sinematografisi yıl içerisinde yere göğe sığdıramadığımız Deakins, Lubezki gibi ustaların işleri seviyesinde hatta daha iyi diyen, daha çok keyif alan bile çıkabilir. Geçişlerde yakalanan muhteşem anlar, karakterlerin karşılaştıkları mekanlar, iç çekimler dış çekimler yani kısacası her an her mekanda muhteşem bir görüntü yakalanmış ve işlenmiş. Tabii dekorun, kostümlerin ve ışık kullanımının etkisi ve katkısı da yadsınamaz. Topyekün başta yönetmen olmak üzere teknik anlamda harika çalışılmış ve ortaya bu anlamda bir şaheser çıkarılmış. Görselliğin büyüsü ile ses konusundaki başarı  ve tercihler de görmezden gelmemeli. Sergio Leone sinemasını anımsatan, onu referans aldığını düşündüğüm dış mekan sesleri, börtü böcek, kuş, çeşme gibi ekstra bonus sesler tıpkı görüntüdeki gibi harika işlenmiş ve yönetmenin tercihi ile gerçeklik katsayısını artıracak şekilde filme yedirilmiş. Hani her sahne tablo gibi diye özellikle Nuri Bilge Ceylan sineması için kullandığımız ama harika bir iltifat olan bir “klişe” var ya. İşte o klişe bu film için dolu dolu kullanılabilir. Görsel ve işitsel şölen için de mutlaka filmi sinema salonunda izlemekte fayda var.

Hsiao-Hisen Hou’nun Cannes’da aldığı en iyi yönetmen ödülü bazı tartışmalara yol açsa da son derece hakkaniyetli bir tercih. Jüriyi bu anlamda tebrik etmek lazım. Şiirsel sanatın sinemadaki karşılığını yaşamak, iki saate yakın süre boyunca bambaşka bir aleme dalmak ve suiksatçi sıfatına rağmen insanın iç dünyasına derin bir yolculuk yapmak için bu filmi kaçırmayın derim. Tabii kendinizi de tam olarak hazırlayın. Zira; kılıcın yolu acımasızdır…