13.05.2016

The Man from U.N.C.L.E.: Hem Karizmatik Hem Komik

1998’de ilk uzun metrajı Lock, Stock and Two Smoking Barrels ile kendine hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinen İngiliz yönetmen Guy Ritchie, hemen iki yıl sonra bu kez de Snatch ile hayranlarını hem memnun etmiş hem de “Guy Ritchie tarzı” bir sinemanın kriterlerini çizmişti. Ancak ardından gelen filmler ne yazık ki beklenen etkiyi yaratamamış, izleyiciler ve eleştirmenler için Guy Ritchie iki filmle anılan bir yönetmen olmaya doğru hızla adım atmıştı. Şimdi karşımızda 2009 ve 2011 yıllarında iki Scherlock Holmes filmi yönetmiş ve bir nebze de olsa sevenlerini memnun etmiş yönetmenin sekizinci uzun metrajı yani The Man from U.N.C.L.E (United Network Command for Law and Enforcement’in kısaltması olarak) var.

The Man from U.N.C.L.E, 22 Eylül 1964 – 15 Ocak 1968 tarihleri arasında dört sezon süren ödüllü bir diziden aynı adla sinemaya uyarlanmış bir film. Kısaca ajan komedisi olarak tanımlayabileceğimiz filmde Henry Cavill, Armie Hammer, Alicia Vikander, Elizabeth Debicki ve Hugh Grant rol alıyorlar.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından iyice safları netleşen ABD ve Rusya arasındaki gözle görülür, hissedilir gerginliğin tırmandırdığı soğuk savaş yıllarına gidiyoruz The Man from U.N.C.L.E. ile. 1960’lı yılların başlarında eski hırsız yeni ajan Amerikan Napoleon Solo (Henry Cavill) ve “hassas” Rus ajan Illya Kuryakin’le (Armie Hammer) tanışmamız epey şenlikli oluyor. Birbirleri hakkındaki bilgileri öğrenirken seyirci olarak konumlandığımız yerden biz de iki ajanı tanımaya başlıyoruz. Birbiri ardına gelen takip, kovalamaca, çatışma sahnelerinden sonra iki ajanın birbiriyle anlaşamayacağını kabul ediyoruz ancak onları bir arada olmaya zorlayacak şartların varlığı, filmin temel düğümünü oluşturuyor. Bundan sonra da zaten film, zıtlıklar üzerinden yaratılan maceraya açık bir komediye doğru yol alıyor.

Filmin giriş sahnesinde, iki ajanımızın Almanya’da bulunma sebebi olarak Gaby’yi (Alicia Vikander) görürüz. Gaby, babası dolayısıyla olaya dahil oluyor ancak onunla ilgili gerçekler de gün yüzüne çıktıkça filmin nasıl sonlanacağına dair soru işaretleri oluşması, filmin temposunu iyi bir noktaya taşıyor. Aslında burada bir parantez açıp filmin temposuna dair bir iki kelam etmek gerek. Filmin giriş sahnesinden itibaren yukarıya taşınan çıtanın aşağıya düşmemesi ve filmin macera-aksiyon yönünü beslemek için filmde epey kovalamaca, kavga sahnesi mevcut. Ancak Amerika ve Rusya arasındaki gerginliğinin bedensel karşılıkları olarak Solo ve Kuryakin arasında devam eden sürtüşme izleyiciyi epey güldürse de bir noktadan sonra sıkıcı olmaya başlıyor. İşte bu noktada kurtarıcı unsur Gaby oluyor. Gaby ile yine beklenen bir gelişme olarak Kuryakin arasındaki yakınlaş(ama)ma hali filmin romantik yönünü de besliyor.

The Man from U.N.C.L.E.’ın odağındaki hikâye Solo ve Kuryakin’in İtalyan bir şirketin başında bulunan karı-kocanın elindeki nükleer başlıklı bombayı etkisiz hale getirmeleri görevi. Amerikalı Solo, Rus Kuryakin, Alman Gaby, İngiliz istihbaratı, İtalyan aile derken uluslararası bir hikâyeye dönüşüyor film. Bu da haliyle hem dönem hem de ülkeler açısından filmi daha eğlenceli hale getiriyor.

Anlatılan hikâyenin bilinirliği, yaratılan kahramanların tekdüzeliği, oyun içinde oyun gibi görünse de ajan filmlerini yakından takip edenlerin çözebileceği kodlamalarıyla The Man from U.N.C.L.E. farklı bir seyir tadı yaratmıyor izlerken. Ancak kurduğu atmosferin retro havası, oyuncuların ekran personaları, kostümlerle dahi sağlanan çekicilik filmin izlenirlik ölçüsünü artıyor. Filmde belki özlediğiniz Guy Ritchie’yi bulamayacaksınız ancak yaklaşık iki saat fazlasıyla eğleneceksiniz. Üstelik 1960’lara erek mekânlar gerekse kıyafetlerle bir yolculuk yapmak da cabası.