18.04.2020
The Mandalorian İzlemek İçin 5 Neden
Star Wars’un yine yeni yeniden çevrimlerinden, özellikle de seri Disney’in kucağına düştükten sonra iki ayrı hayran kitlesi oluştu. İlki “nerede o eski Star Wars?”çular, diğeri de “daha çok Star Wars isteriz”ciler olarak tanımlanabilir. The Mandalorian her iki kesime de hitap edebilecek, -hatta belki ilk kategoriye daha çok-, ve seriyi hiç izlememişleri bile cezbedebilecek bir yapım.
İşte size izlemek için 5 neden:
1. Bir Tat, Bin Doku
Star Wars’u özellikle seksenli yıllarda izlemiş ya da 1,2,3 serileri çıkmadan önce 4,5,6 ya vakıf olmuş ve ölesiye sevmiş bir nesle The Mandalorian aynı hazzı yeniden yaşatmayı amaçlıyor. Bunda ne kadar başarılı olduğu tartışılabilir belki, zira Mandalorian Cumhuriyet’ten gayet uzak bir diyarda geçiyor, ama kesin olan bir şey var ki hiç acele etmeyen temposu ve “retro” atmosferiyle, Star Wars evrenine zıt düşmeden hoş bir seda olarak eklemleniyor.
2. Uzayda Western ya da Western’de Uzay
Aslında Star Wars’un kendisi en başından beri uzay temalı Western olarak tanımlanıyordu. The Mandalorian için de hem müziği hem de karakterleriyle iki farklı janrın evliliğinden doğduğunu, bir nevi Star Wars’un kökenlerine inme alıştırması olduğunu söylemek mümkün. Konuyu çok basit bir şekilde özetlemek gerekirse, ismi bile olmayan ve ödül avcılığı yapan gizemli yalnız kovboy galaksinin kötü adamlarıyla savaşır. Dizinin yapımcısı, yaratıcısı ve bir Star Wars fanatiği olan Jon Favreau da Clint Eastwood’lu Spaghetti Westernleri ile Akira Kurosawa’nın Samuray filmlerinden ilham aldığını doğruluyor zaten.
3. Kimler Var, Kimler?
Öncelikle, Mandalorian’a (kısaca Mando diyebilirsiniz) can veren ve son senelerde Game of Thrones’un şanssız Oberyn’i olarak yıldızı parlayan Pedro Pascal, vücut dilini o kadar o kadar iyi kullanıyor ki bütün seri boyunca seyircinin yüzünü göremiyor olması asla sorun teşkil etmiyor. Pascal’a eşlik eden, birbirinden renkli isimler arasında ise çılgın efsane Werner Herzog, Rocky’nin kanlısı Apollo yani Carl Weathers, son zamanların yetenek kumkuması yönetmen Taika Waititi, dövüş kraliçesi Gina Carano ve ustaların ustası Nick Nolte bulunuyor.
4. Müzik: Dikkat Bağımlılık Yapabilir
İsveçli başarılı müzisyen Ludwig Göransson’a ait olan besteler, özellikle de özgün jenerik müziği tadından yenmiyor. Hatta, Star Wars’u değil de daha çok bir Western’i çağrıştırıyor ama zaten bu bir uzay Western’i demiştim. Dinlerken atının üstünde Ennio Morricone’nin notaları eşliğinde aheste ama emin adımlarla ufka doğru yol alan bir Clint Eastwood imgesi ister istemez canlanıyor gözünüzde.
5. Ve Bebek Yoda!
The Mandalorian’ı henüz izlemeyenler bile bebek Yoda ile fotoğraflarından da olsa tanışmışlardır sanıyorum. Bu aşırı sevimli yaratığa kim 50 yaşında derdi ama öyle ve henüz çok çok genç! Tamam, karakter her ne kadar bildiğimiz Yoda olmasa da ve dizide “çocuk” olarak geçse de, serinin odak noktası olan ve ödül avcılarının peşinde olduğu masum ama ulu bebek Yoda’nın bir bakışı yetiyor en sert kalpleri ısıtmaya. Özellikle de Mando’nunkini.
Sonuç olarak The Mandalorian, Star Wars külliyatı içerisinde kimi zaman serinin doğasına aykırı taraflarıyla ayrıksı bir noktada dursa da çoğu zaman keyif verici nüanslarıyla, karakterleri ve olay örgüsü ile tatmin edici bir seyirlik sunuyor. Her şey bir yana, bebek Yoda’ya kim kayıtsız kalabilir ki?