29.05.2017

Tokyo Tribe: Çılgınlığın Ötesinde Müzikal Bir Fantezi

!f İstanbul programı açıklandığından beri merakla beklenen Sion Sono’nun elinden çıkma ‘’Tokyo Çetesi’’, farklı kültür ve kaynaklardan beslenen, birden fazla türün sınırlarında dolaşan çılgın ve tuhaf bir film. Rap ve hip-hop üzerine inşa edilmiş müzikal yanı ile manga estetiğinden doğan görsel yapısıyla farklı bir deneyim sunan Tokyo Tribe, katmanlı ve çok yönlü yapısıyla da yazıya indirgenerek üzerinde tahakküm kurulmasını zorlaştıran bir eser aynı zamanda.

Tokyo Tribe tek bir yanını parlatıp ön plana çıkartamayacağınız kadar komple bir film; atmosfer kurmadaki başarısıyla bütünleşen mekân tasarımları, olayların seyrini tek başlarına belirleme gücü bahşedilmiş renkli karakterleri ve üslup ile biçim arasında harç işlevi gören işitsel öğeleri ya da Yakuzaları hip-hopçılarla, kılıçları hoparlörlerle karşı karşıya getiren deliliğiyle kendisini herhangi bir filmle karşılaştırmanızı olanaksızlaştıracak derecede girift bir yapı inşa ediyor. Bu noktaya ulaşılmasındaki pay ise kuşkusuz yönetmen Sion Sono’ya ait; sinemadaki yerleşik anlatı kalıplarına takılmayan ve etik, ahlak gibi otosansüre kadar uzanacak hususları umursamadan ele aldığı eseri perdeye yansıtmayı başaran Sono, alkışlık bir yönetim sergiliyor; cesareti ise en az yönetimi kadar takdire şayan, otosansürün eleğine takılacak onlarca hususu çekinmeden aktarması ve bunu yaparken rahatsızlık vericilikle sapkınlık arasındaki çizgiyi aşmaması kolay bir iş değil sonuçta. Hikâye anlatmak yerine bir dünya sunmanın peşine düşen ve çılgınlığın ötesinde bir müzikal fantezi yaratmayı başaran Sion Sono, bir yandan da bileşke olmanın özgünlüğün ve yaratıcılığın önünde bir engel olamayacağını ispatlıyor.

Sion Sono’nun yönetimini ya da filmin başardıklarını anlatmanın sonu yok, o yüzden filmi övme işini burada bırakıp, rahatsızlık veren kısmına değinmek daha mantıklı olacaktır. Bütün bu olumluluklar filmin tamamında var olmasına rağmen film son düzlükte aldığı tuhaf manevra nedeniyle biraz yara alıyor; baştan beri hikâyeyi umursamayan Sono, nedense bir noktadan sonra anlattıklarını bir çerçeve içine oturtup mantığa bürümenin peşine düşüyor. Kendi dünyasının içinde olabildiğince özgür bıraktığı ve kendilerine has karakter geliştiren çeteleri, büyük balığa yem olmamak için birleşen küçük balıklara çevirerek yavan mesajlarla yüklü bir amacın etrafına topluyor gereksiz bir biçimde. Filmin içerisinde yer alan her bir parçayı iskelete dâhil edip olayları nihayete erdirme gibi anlamsız bir çabanın içine girerek hikâyeyi reddeden tavrından ödün veren Sono, kurduğu harika dünyaya zarar veriyor. Hikâye anlatma sevdasına yenik düşmesine rağmen üslubundan ödün vermemesi ise bu hususun etkisini azaltarak filmin ağır yara almasına engel olmuş, yoksa onca çaba bir hiç uğruna yok olabilirmiş.

Nihayetinde “Tokyo Tribe” özenle yaratılmış koreografileri, görsel ve işitsel çılgınlığı, tuhaf karakterleriyle benzerine kolay kolay rastlayamayacağınız “underground” bir eser; kurduğu dünyanın cazibesinin yanında karanlıkla özdeşleşen yer altı dünyalarının ne denli renkli olabileceğini görme fırsatını sunmasından ötürü de bu filmi kaçırmamak lazım.