06.10.2016

Trendeki Kız: Gözetlemenin Dayanılmaz Cazibesi

The Girl On The Train

Popüler bir roman uyarlaması daha sinemada

Hollywood’un çizgi roman uyarlamaları dışında en sevdiği şey en çok satanlar reyonundaki kitaplardan sinemaya uyarlamalar yapmaktır. Böylece kitap kendi seyircisini hazır olarak yanında getirmiş olur. İnsanların hayallerinde canlandırdıkları olaylar, beyazperdede ete kemiğe bürünürler. Orijinal adından birebir Türkçe’ye çevrilen The Girl on the Train yani Trendeki Kız, bilindiği üzere ilk baskılarında belli bir süre içinde yazıları yok olan özel baskıyla piyasaya sürülmüştü. İşte bu numara sayesinde kitap çıkmadan bir anda fenomene dönüştü. Sonuç itibariyle de sinemaya uyarlanması kaçınılmaz hale gelmişti.

Filmin konusunu ise kısaca şöyle özetleyebiliriz. Rachel (Emily Blunt) her sabah trenle işine yolculuğa çıkan alkolik bir kadındır. Kendi hayal dünyasında yaşamını sürdürürken, eski kocasıyla beraber yaşadığı evin hayallerini kurar. Bu evin yanında oturan komşuları tanımamasına rağmen, her sabah kendi kafasında bir hikaye kurgular. Megan (Haley Bennett) ise kasabadaki gözlerin sürekli üzerinde olmasından şikayetçi, hayatında mutlu olmayan bir kadındır. Megan’ın öldürülmesinden sonra Rachel olayı araştırmaya başlar. Gerçekler açığa çıktıkça, Rachel’in dünyası anlam kazanmaya başlar.

Bu yılın ödül sezonunda da adı geçen ama henüz gösterime girmediği için şansının ne kadar olduğu bilinmeyen yapım, sonunda vizyon bularak bu soru işaretlerini gidermeyi amaçlıyor. Yönetmen koltuğunda Tate Taylor var. İsim pek tanıdık gelmediyse The Help filmi ile adını söylemekte yarar var. Bilindiği üzere bu filmde siyahi hizmetçilerin yaşadıkları dramı sergilerken, film gişe başarısının katkısıyla beraber Oscar’da adaylıklar alarak sürpriz yapmıştı. Film ortalama bir beğeniyle karşılansa da, özellikle oyuncu performanslarıyla ödüllere ambargo koymuştu.

trendeki-kiz

Güzel kadınlar, bilindik hikaye…

İşte tam da bu noktadan devam edersek, Trendeki Kız da tam olarak buna benzer tepkiler alacağı aşikar diyebilir. Çünkü filmin en çok öne çıkan noktası oyunculukları… Özellikle Emily Blunt ve Haley Bennett filme hayat verdikleri karakterlerle seviye atlatıyorlar. Üstün performansları, filmin gişe başarısıyla birleşirse, bu sene ödül törenlerinde bu ikiliyi görme ihtimalimiz göülüyor. Tabi bu yarışmadaki reklam çalışmaları ve arkasına aldığı kitleyle ölçeklendirilebilen bir şey olduğundan, her an değişebilecek dengeler son durumları şekillendirecektir.

Filmin kitaba yakın bir uyarlama olduğu söylenebilir. Zaten filmdeki bazı numaraları ve akıl bulandırma yöntemlerini devre dışarı bıraktığımızda Trendeki Kız, düz hikayeli bir film olmaktan öteye gidemeyecektir. Çünkü neredeyse aynı hikaye, sinema çokça anlatıldı. Zaman geçişleri ve flashbacklere dayanan kurgusu ise filmin bir yandan en büyük avantajı olurken, öteki taraftan aynı zamanda filmin önünü kesen bir faktör diyebiliriz. Film akıl oyunlarını ve ters köşelerini bu kurgu üzerinden sağladığından film için artı görünebilir. Ancak o kadar kötü geçişlerle film ilerliyor ki, görsel estetik ya da yaratıcılık anlamında tıkanıklık yaşıyor.

trendeki-kiz-2

Atmosfer ve hikaye bakımından Gone Baby Gone, What Lies Beneath gibi filmlerle akrabalık bağlarının olduğu gerçeği filmi izlerken aklınızda yer edinecektir. Hatta hikâye olarak düşündüğümüzde Blow Up, Rear Window gibi sinema klasiklerinin torunu olarak varsayımlarda bulunmak mümkün diyebiliriz. Tabii filmdeki kimi tutarsızlıklar ve filmin öne çıkan kadın oyunculuklarına rağmen, yan rollerde bu oyunculara ayak uyduramayan performansların varlığı filmin sınırlı bir noktada kalmasını sağlıyor.

Yönetmen Tate Taylor filmin frenlemesindeki en büyük neden olarak konumlandırılabilir. Filmi kademe atlattırmak yerine dizi çizgisinde tutan yönetmene, bu proje bir gömlek büyük gelmiş gözüküyor. Herhalde filmde yaptığı en iyi kadrajlar, güzel kadınlarla çalışmasından kaynaklı olarak gerçekleştirilen çekimlerdeki yakın planlar diyebiliriz.

trendeki-kiz-1

Bebeğim olmadan asla…

Filmin hikâyesindeki en dikkat çekici bir ayrıntı ise filmde bahsedilen her hikayenin aslında bebek sahibi olmak ya da olamamakla bağlantısı var. Filmde hikâyesi anlatılan üç kadının da geçmişindeki “bebek” odaklı bağlantılar ve aynı zamanda mahalle baskısının yine bu konu üzerinden gerçekleştirilmesi, toplum baskını sığ bir şekilde eleştiren filmin kader noktası diyebiliriz.

Sonuç olarak yönetmenlik bakımından yolda kalan yapım, senaryosundaki açıklara rağmen düz hikayesini kurgu oyunları ve anlam karışıklıklarıyla sürükleyici kılmayı başarıyor. Ana akım izleyiciye bir gişe canavarı yaratılmaya çalışıldığından dolayı da, benzer örnekleri izlemeyen izleyiciler için ilgi çekici olacaktır. Filmdeki kadın oyuncuların da sağlam performansları göz önüne alındığında genel seyirciye seyir keyfi vaat eden ama daha derinlikli filmlerin yanına yaklaşamayan bir film olarak akıllarda kalacaktır. Kitabın hayranıysanız da kaçırmayın diyebiliriz.