12.08.2016
Véronique’in İkili Yaşamı
Çifte Yazgılar
Filmin en sonda söylediğini yazının başında söylemek lazım belki de…
Véronique âşık olduğu kuklacıya sorar: “Neden aynı kukladan iki tane yaptın?” Yanıt ne olursa olsun filmin şah damarını bu soru şekillendiriyor Véronique’in İkili Yaşamı’nda. Krzysztof Kieslowski’nin 1991’de gösterime giren ve sonrasında gelecek olan Üç Renk Üçlemesi’nin çoğu kaynakta öncülü sayılan Véronique’in İkili Yaşamı (La Double vie de Véronique) aynı görünen, aynı hisseden iki genç kadını anlatıyor kısaca: Polonya’da doğan ve büyüyen Weronika ile Fransa’da yaşayan Véronique…
Irène Jacob’un canlandırdığı iki bedende tek insan, Kieslowski sinemasının izleklerini taşır. Varoluş sancıları, acı, hüzün, tesadüf, kader… Bilinmezliğin verdiği boşluk, o boşluğu doldurmaya çalışan yakınlaşmalar ve tarifsizlik. Véronique’in İkili Yaşamı’nı bu kelimelerle tarif edebiliriz. Ancak Kieslowski filmlerini tarif etmeye çalışırken aklımızdan ve kalbimizden geçen her sözcüğün çok eksik ve çok fazla kaldığını da belirtmek gerek.
Véronique’in İkili Yaşamı, Polonya’da sisli, yıldızlı bir gece ve Fransa’da yeşil, yaprak, doğa görüntüleriyle açılır. Bu görüntülerin içinde küçük ve aynı iki kız annelerini dinlemektedir. Uzak iki şehirde, aynı görünüp farklı mekânları yaşarlar. Polonya daha kırık döküktür, savaşın yıkımını üzerinden atamamış gibidir, sislidir ve gecedir. Oysa Fransa doğanın yeşiline dönüktür, yeniden doğuşu simgeler gibidir. Polonya’daki Weronika daha filmin açılış sahnesinde dünyaya tersten bakar, Véronique ise doğaya dokunur. Filmin ilerleyen dakikalarında artık büyümüş hallerine tanık olmaya başladığımız bu iki kızın, ait oldukları mekânlara ters davranış sergilediklerini görürüz. Polonya’nın çatışmalı ve yıkık haline rağmen Weronika hayat doludur, Fransa’daki Véronique ise nedensiz bir hüznün içindedir.
Polonya’daki Weronika’nın filmde kapladığı zaman daha azdır. Tıpkı bir kelebeğin bir günlük ömrü gibi… Babasına “İçimde tuhaf bir his var. Sanki yalnız değilmişim gibi hissediyorum” dedikten sonra teyzesini görmek için gittiği Kraków şehrinde rastlar Véronique’e. Adeta “insan çift yaratılır, benzerini görürse ölüm yakın demektir” cümlesini hatırlatırcasına ve teyzesinin de dediği gibi “bizim ailede en sağlıklı zamanlarında ölür insanlar” yargısını yerine getirircesine ölür Weronika. Onu ölüme sürükleyen heyecana dayanamayan kalbidir. Kieslowski seyircisine ölümün geldiğini Weronika’nın elinde tuttuğu nota kitabının bağcığıyla duyurur. Parmağına doladığı bağcık, düzleşir ve kalp ritimlerini hatırlatırcasına yaşam belirtisinin olmadığı dümdüz bir çizgi haline gelir bağcık. Bunun önemini ilerleyen sahnelerde bir kez daha bize gösterir Kieslowski ve iki kadın arasındaki bağı “bağcık” ile de kurar. Weronika’nın ölümünden sonra filme hâkim olan hikâye Fransa’daki Véronique ve onun arayışlarıdır.
Véronique’in Kraków şehrinde ilk göründüğü kısa sahneyi saymazsak kendi hikâyesine başladığı sahnedeki ilk konuşması bir sevişme sonrası nedenini bilmediği bir üzgünlük haliyle ağzından dökülen “Sanki yasta gibiyim” cümlesiyle başlar. Sonrasında nedenini bilmese de müzikle uğraşmayı bırakır. Weronika ve Véronique’i birbirine bağlayan en önemli nüve müzik, birinin ölümü diğerinin yaşamına devam etme sebebi haline gelir. Véronique’in yaşama devam etmesi için ilk bırakması gereken müzik olmuştur. Müzik öğretmenliği yaptığı okula gelen bir kukla gösterisi sayesinde ise Kieslowski izleyicisine “neden-sonuç” ilişkisi kurmayı sağlayacak ipuçları verir.
Kukla gösterisinde genç yaşta ölen bir kadının kelebeğe dönüşü anlatılır. Kadın çok sevdiği bale yaparken ölür, tıpkı Weronika’nın çok sevdiği müziği icra ederken yaşamını yitirmesi gibi… Sonrasında kelebeğe dönüşen kukla kadın bir yandan da meleği andırır. Tıpkı Véronique’i yapmayı düşündüğü veya istediği şeyler konusunda önceden uyaran melek… Zaten Véronique’in daha sonra ağzından dökülecek şu cümleler izleyiciye sahneler arasındaki bağı kurması için yardımcı olur:
“Hayatım boyunca aynı anda iki yerdeymişim gibi hissettim. Yapmam gerekenin ne olduğunu hep hissediyorum”
Aslında bir Kieslowski filmini çok iyi tanımlayan kelimelerden biridir “hissetmek”. O yüzden kelebeğe dönen kuklanın aynı zamanda melek olarak da görülebileceği ve kısacık sürülmüş bir ömre sahip olan Weronika’nın adeta Véronique’i korumak için öldüğü düşünülebilir. Bunu destekleyen bir hikâye de filmin sonunda kuklacı tarafından anlatılacaktır.
Filmin finali yine Véronique’i doğaya sığınırmışçasına gösteren bir sahne ile olur. O sahne ise akıllara Cemal Süreya’nın Ölüm adlı kısacık şiirini getirir:
“Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum”
Belki yazının başında söylememiz gereken şeyi de sona saklayarak yirmi beşinci senesinde yenilenerek gösterime giren Véronique’in İkili Yaşamı üzerine sayıklamalarımızı bitirelim. Bazı filmler size yaşattıklarıyla anılır, onlarla kurduğunuz bağ ile anlamlandırılır. Yaşamınızın belirli evrelerinde tekrar izlendikçe yeni bir sayfasını keşfettiğiniz kitap gibi adeta size yeni bir şeyler söyler. Véronique’in İkili Yaşamı da diğer Kieslowski filmleri gibi anlamak üzerine değil hissetmek üzerine bir film. Sahneler arasına yerleştirilmiş detaylar, renklerin izleyicide uyandırdıkları ile hem şiire hem de resme yakın duran bir eser. Zbigniew Preisner’ın eşsiz müzikleriyle de yeniden yazılan bir film. Eğer sanatların muhteşem buluşmasına perdede tanık olmak istiyorsanız, yirmi beşinci yılında yeniden ve bir kez daha Véronique’in İkili Yaşamı’nı izleyin.