01.06.2017
Visions: Hissediyorum Öyleyse…
Yaz boyunca vizyona giren korku filmlerinde olması gereken kurguyu geçelim vadedilen korku unsurlarını bile bulamamış, Visions filmini izlemeye giderken de beklentilerimizi minimuma indirmiştik. Seyirci olarak bizleri salona sokan tek ikna edici etken konsantre süresi (82 dk) olmuştu. Lakin film çekmeye devam eden korku filmi sektöründen umut kesilmezmiş; film beklentilerin üzerinde bir seyir zevki sunarak şaşkınlık yarattı. Hatta oldukça başarılı kurgusu 2001 yapımı Alejandro Amenabar’ın yönettiği The Others filmini akıllara getirdi.
Daha önce de iki tanesi Testere serisinden olmak üzere üç tane korku filminde yönetmen koltuğunda oturan Kevin Greutert son filminde de türden ayrılmıyor ki yönetmenleri ustalığa götüren etmenlerin başında, bir türe sadık kalmaları gelmiyor mu zaten? Greutert de daha önce tutan bir seride çalışıp acemiliğini atarak sadık kaldığı türde daha özgün bir eser veriyor. Film mekân olarak da çok iyi bir seçim yapıyor; birçok romantik filme ev sahipliği yapan İtalya, muhteşem üzüm bağları ile Visions filmine tüm güzelliğini sergileyerek oldukça konuksever davranıyor.
Film Eveleigh’in trafik kazası yapmış olduğu an ile başlıyor. Anladığımız kadarı ile çarptığı arabada bir anne ve çocuk var. Ama bu anne ve çocuğa ne olduğu hakkında izleyiciye geri dönüş yapılmaz. Zaten Eveleigh ile David çifti yeni bir hayata yelken açarlar. Kazanın üzerinden bir yıl geçmiş; evlerini, işlerini değiştirmiş ve çocuk sahibi olmaya karar vermişlerdir. Eveleigh anne olmayı canı gönülden bekleyen bir kadındır. Filmin ilerlemesi ile kusursuz yeni hayat planı işlemez; yolunda gitmeyen, tanımlanamayan bir takım şeyler yaşanır. Tahmin edileceği gibi bu açıklanamayan vukuatları hamile olan kadın yaşar; erkek bu noktada tamamen vasıfsızdır. Zaten Eveleigh ve karnındaki bebek olayların merkezindedir. Özellikle Eveleigh’in karnındaki bebek sadece anne karnında var olduğunun bilinmesiyle bile gerilimin en büyük pay sahibi konumundadır. Rosemary’s Baby başta olmak üzere çocuk ya da bebek üzerinden çatışmasını yaratan birçok korku filmi çekilir bugüne kadar. Ama sadece anne karnında var olduğunu bildiğimiz bir bebeğin filmin çatışmasını çok büyük oranda omuzlaması hatta kilit rol oynaması da etkileyiciliği artırır.
Film ayrıca Amerika’nın ve son dönem Türkiye’nin de çok sık kullandığı dini öğelerden hiç mi hiç beslenmeyerek de artı puanı hak ediyor. Zira ülkemiz sinemasına da yeni yeni yerleşen dine sırtını yaslama meselesini tabiri caizse kabak tadı vermeye başladı. Visions, yaşanılan her şeyi belli bir zemine oturtuyor. Hamile kadınların hislerinin daha kuvvetli olduğu kabul edilen bir durumdur. Ayrıca bazı insanların doğuştan fazladan bir duyuya daha sahip olduğu da bilinir. İnsan denen varlık sadece üç boyutu görebilmekteyken çok daha fazla boyutun olduğu iddia edilmektedir. İşte bu fazladan duyuya sahip insanların bizim göremediğimiz boyutları gördüğü varsayılır. Bu durum birçok korku filminin konusuna da zemin hazırlamıştır. 1999 yapımı M. Night Shyamalan’ın The Sixty Sense, altıncı his mevzusunu merkezine oturtan filmlerden ilk akla gelenlerden biridir.
Filminde Eveleigh ve David’in gelmesinin şerefine 1800’lü yıllardan kalma yıllanmış bir şişe şarap açılarak içilir. Şarabın kadehlere konulması, koklanması ve şerefe denilerek içilmesi tam bir ritüel havasında verilir. Filmin başlarında izlediğimiz bu sahneyi pek önemsemesek de aslında Eveleigh’in ve onlardan önce yaşayanların şahit olduğu açıklanamayan olayların da şarabın üretim zamanlarından beri yaşanması çok önemli bir ayrıntıdır. Tıpkı şarap şişesinin mantarı açıldığında ortaya yayılan koku gibi yıllardır geleceğini haber veren felaketinde ayak sesleri yaklaşır. Üzüm bağları gibi büyüleyici bir ortamda geçen filmin kendine metafor olarak şarabı seçmesi de çok yerinde bir seçim olur. Filmi izlerken koltuğunuzdan çok fazla sıçrama garantisi vermemekle birlikte sonunda şaşıracağınıza ve bir ’’Vay be!’’ diyeceğinize eminim.