20.04.2019

Vizyon Menüsü – 19 Nisan

Nisan ayının üçüncü vizyon haftasında menümüzde öne çıkan ve sizlerin beğenisine sunacağımız filmlerle karşı karşıyayız. Dolu dolu geçen 38. İstanbul Film Festivali’nin ardından sinemaseverler olarak yeniden vizyondaki filmlere odaklanma zamanı gelmiş bulunmakta.

Bu hafta vizyona giren filmlerden sizlerin beğeneceğini umduğumuz beş adet yabancı, bir adet ise yerli yapım önermek istiyoruz.

Greta

Bu haftanın vizyon menüsündeki ilk film, 38. İstanbul Film Festivali’nden sıcak sıcak düşen Greta. Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 43. Toronto Film Festivali’nde yapan film, ülkemizde ise ilk olarak, henüz sonra eren 38. İstanbul Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu. İrlandalı usta Neil Jordan’ın yönetmenliğindeki film, New York’ta kendi halinde hayat süren, nahif bir genç olan Frances’ın metroda bulduğu çantayı sahibine, yalnız yaşayan bir piyano öğretmeni Greta’ya teslim etmesiyle başlayan ve hızlı bir arkadaşlığa dönüşerek Greta’nın karanlık iç yüzünün ortaya çıkışını konu ediniyor. Saf ve iyi niyetli Frances, metroda bulduğu çantayı sahibi, filme adını veren piyanist Greta’ya hiç vakit geçirmeden iade eder. Biri eşini biri annesini henüz kaybetmiş olan iki kadın, kısa sürede yakınlaşır. Ancak kısa sürede Greta’nın göründüğünden çok daha öte takıntılara sahip tehlikeli bir kadın olduğu ortaya çıkacaktır. İstanbul Film Festivali’nde Sinema Onur Ödülü alan usta yönetmen Neil Jordan’a has sıradışı öğelerin yer aldığı, sağlam bir psikolojik gerilim olan film, haftanın öne çıkan yapımlarından. Filmi festivalde kaçıranlara duyurulur.

Arctic

Bu haftanın öne çıkan filmlerden ikincisi ise Arctic. Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 71. Cannes Film Festivali’nin Geceyarısı Özel gösteriminde yapan ve burada Altın Kamera ödülüne layık görülen film, ülkemizde ise ilk olarak, geçtiğimiz sene gerçekleştirilen Filmekimi 2018’de seyirci ile buluşmuştu. Başrolde Mads Mikkelsen’in yer aldığı film, bir adamın Kuzey Kutup Bölgesi’nde hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Düşen uçağından sağ çıkmayı başaran Overgard, kurtarma ekibini beklemektedir. Fakat trajik bir kaza, umudunun tükenmesine yol açar. Overgard artık hiçliğin ortasında, sert doğa koşullarının karşısına çıkardığı engelleri yaratıcı yöntemlerle aşmak zorundadır. Kendine güvenli bir alan oluşturan Overgard’ın, yardım şansını son bir kez zorlamak için ölümcül bir yolculuğa çıkması gerekecektir. Indiewire tarafından ”Tüm zamanların en iyi hayatta kalma filmlerinden biri” olarak nitelenen filmin yönetmen koltuğunda, Youtube için çektiği videolarla üne kavuşan Joe Penna oturuyor. Yıldız oyuncu Mads Mikkelsen’in ”Hayatımın en zor çekimiydi” dediği film, bir ”doğaya rağmen hayatta kalma hikâyesi” anlatıyor. Neredeyse hiç diyalog kullanılmayan filmde, uçağı kutup bölgesinde düşen bir kazazedeyi çoğu sahnede dublör kullanmadan canlandıran Mikkelsen, filmi tek başına sürüklüyor. Kahramanının amansız doğa felaketlerinden kurtulmak için insanüstü çaba gösterdiği, minimal yapısı, olağanüstü görüntüleri ve kontrollü yönetim tarzıyla övgü toplayan film, proje aşamasındayken Mars’ta geçiyordu fakat sonradan kutuplarda geçecek şekilde değiştirildi ve çekimleri İzlanda’da yapıldı.

Saf

Bu haftanın vizyon menüsüne 38. İstanbul Film Festivali’nden düşen bir başka film ise Saf. Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 43. Toronto Film Festivali’nde yapan film, ülkemizde ise ilk olarak, henüz sonra eren 38. İstanbul Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuş ve ”Sinemada İnsan Hakları” bölümünde yarışmıştı. 2012 yapımlı ilk filmi El Yazısı’yla tanınan Ali Vatansever’in yeni filmi, Fikitepede’de bir gecekonduda yaşayan genç bir çiftin kentsel dönüşüm söylentilerinin akabinde değişen hayatlarını konu ediniyor. Kamil, lüks site şantiyelerinin mahalleleri kuşattığı Fikirtepe’de, karısı Remziye’yle birlikte gecekonduda yaşayan naif bir adamdır. Uzun süredir işsiz olan Kamil, yoğun bir vicdan muhasebesinin ardından, yan mahallede yürütülen kentsel dönüşüm projesinin şantiyesinde, Suriyeli bir mültecinin yerine, gizlice işe başlar. İş yerinde karşılaştığı baskı ve mahallesinde artan tepkiler Kamil’i dönüştürmeye başlar; Kamil’in yaşadıkları, onunla birlikte en çok eşi Remziye’yi etkileyecek ve olaylar gelişecektir. Filmi festivalde kaçıran sinemaseverlere duyurulur.

Destroyer

Bu haftanın öne çıkan filmlerden dördüncüsü ise yine 38. İstanbul Film Festivali’nden düşen Destroyer. Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen Telluride Film Festivali’nde yapan film, ülkemizde ise ilk olarak, henüz sonra eren 38. İstanbul Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu. Başrolünde Nicole Kidman’ın yer aldığı film, erken polislik yıllarında bir çetedeki gizli görevi trajik olaylarla sonuçlanmış LAPD dedektifi Erin Bell’in ahlâki ve varoluşsal hikâyesinden yola çıkıyor. Yıllar önce genç ve güzel bir polis memuru olan Erin, Los Angeles’da tehlikeli bir çeteye sızmakla görevlendirilmişti. Başarısızlıkla sonlanan bu görevin ardından Erin’in hayatı altüst olur. Pişmanlıklarıyla yıkılan Erin’in karşısına onca yıldan sonra çetenin lideri tekrar çıktığı zaman, intikama giden yolda ona kimse engel olamaz ve olaylar gelişir. Filmi festivalde kaçıran sinemaseverlere duyurulur.

Lanetli Gözyaşları (The Curse of La Llorona)

Bu haftanın öne çıkan beşinci filmi Lanetli Gözyaşları (The Curse of La Llorona). Film dünya prömiyerini geçen ay gerçekleştirilen South by Southwest Film Festivali’nde yapmıştır. Film, nesillerdir vuku bulan La Llorona’nın lanetiyle mücadele etmek durumunda kalan bir sosyal hizmet görevlisi ve çocuklarının hikâyesini anlatıyor. La Llorona. Ağlayan Kadın. Cennet ve Cehennem arasında mahsur kalmış, kendisinin yol açtığı korkunç bir kadere mahkûm, dehşet verici bir hayalettir ve adını zikretmek bile nesillerdir tüm dünyada korku uyandırır. Hayattayken, bir kıskançlık krizi sonucu çocuklarını suda boğmuş ve ardından, acı içinde ağlarken, kendini nehrin azgın sularına atmıştır. Ölümcüller ve geceleyin ölüm çağrısını duyanlar lanetleniyor. La Llorona karanlıkta geziyor ve kendininkilerin yerine koymak için çocukları avlıyor. Aradan geçen yüzyıllarda bu arzusu daha çok arttı… Yöntemleri de daha korkunç bir hal aldı. 1970’lerin Los Angeles’ında, La Llorona gecelerin ve çocukların peşinde. Çocuklarını tehlikeye attığından şüphelenilen sorunlu bir anneye dair tüyler ürpertici bu uyarıyı görmezden gelen bir sosyal hizmet görevlisi ve küçük yaştaki çocukları çok geçmeden kendilerini bu korkutucu doğaüstü dünyada buluyor. Korkunun ve inancın birbiriyle çakıştığı noktada, La Llorona’nın ölümcül öfkesinden kurtulmak için tek umutları kuruntulu bir rahip ve şeytanları uzak tutmak için uğraştığı mistisizm olabilir. Korku ve gerilim türünün sevenlerine duyurulur.

Neden Yaratıcıyız? (Why Are We Creative?)

Bu hafta sizlere önereceğimiz altıncı ve son yapım ise belgesel türünde olan Neden Yaratıcıyız? (Why Are We Creative?). Yönetmen Hermann Vaske, tutku dolu bir araştırmanın parçası olarak, otuz yılı aşkın bir süre müzik, felsefe, bilim, siyaset ve sanat dünyasından elliden fazla ünlü isme tek bir soru soruyor: “Neden yaratıcısın?”; Vaske’nin aldığı cevaplar, en az soruların sorulduğu kişiler kadar ilginç ve çekici…