24.08.2022

Vox Lux: Bir İkonun Gözünden Politik 21. Yüzyıl Tablosu

Yazarın Film Puanı: 10/7

Güney YURDAKUL

Trajedinin şekillendirdiği hayat

Vox Lux, psikolojisi ve kişiliği toplumsal olayların etkisiyle zedelenmiş bir çocuğun hikâyesi. Aynı zamanda bir trajedinin nasıl ve ne yönde hayat değiştirebildiğini de konu alıyor. Gerçek bir hikâyeyi konu almıyor fakat epizodik anlatımı içerisinde yapay bir biyografi çiziyor. Biyografi beraberinde 21. yüzyılın doğurduğu kimi unsurlara eleştirel bir yönden bakmamızı sağlıyor.

Film, genç bir kızın sarsıcı bir ulusal trajedinin küllerinden doğup ikonik bir “popstar”a dönüşme hikâyesini konu alıyor. Celeste, 1999’da Amerika’da bir lisede silahlı bir saldırganın rehin aldığı sınıftadır ve ülkenin canlı yayında izlediği katliamdan sağ kurtulan tek öğrenci olur. Anma töreninde söylediği şarkıyla bir fenomene dönüşen Celeste, şöhret basamaklarını tırmanarak, dünyaca ünlü bir yıldıza dönüşecektir.

Değerlerinden ve karakterinden ödün vermemiş iki kardeş

Film, ilk yirmi dakikası özelinde yakaladığı ton ile sizi sarsıyor. Şok etkisi yaratan okuldaki terör sahneleri, akıllara 2007 yılında Virginia’da otuz iki öğrencinin öldüğü saldırıyı getirerek sizi geriyor. Episodik anlatımın olanak sağladı keskin geçişler ile saldırıdaki en soğuk kanlı ve hayatta kalan tek öğrenci Celeste’nin hayatına odaklanıyoruz.

Hastane yatağında dahi kopamadığı müzik, saldırının anma seremonisinde Celeste ve kız kardeşinin kendilerini ifade biçimi oluyor. Bu naif davranış, Celeste ve etrafındakilerin hayatını akılalmaz bir şekilde değiştiriyor.

İkinci kısımda henüz değerlerinden ve karakterinden ödün vermemiş iki kardeş görüyoruz. Adım adım çıkmaya başladıkları şöhret basamaklarında birbirlerine destek oluyorlar. Celeste, yaşadığı trajedinin etkisinde. Fakat onu besleyen ve kendisine açılan yeni kapıların başlangıcı o saldırıya dayanıyor. Dolayısıyla trajediden beslenen Celeste, bir yandan da aynı kaynaktan dolayı tükeniyor. Her gece rüyasında gördüğü o bitmeyen tünelden çıkmanın yolunu arıyor.

Filmin üçüncü ve son kısmına geldiğimizde Natalie Portman’ın hayat verdiği Celeste’nin tüneldeki kayboluş hikâyesini izlemeye başlıyoruz. Direksiyona Portman’ın geçmesi ile film, eleştiri oklarını günümüz dünyasında sahne kimlikleri ile gerçek kimlikleri arasında kaybolmuş yapay sanatçıların şan şöhret hayatına çeviriyor. Kız kardeşinin yaşaması gereken hayat, bir terör saldırısı sonucunda Celeste’nin hayatı oluyor. Bu durum, şöhret basamaklarını çıkarken attığı her adımda kendi kişiliğinden bir parçayı da kaybetmesine yol açıyor. Bir başkasının sesi ve yüzü olmak, taktığı maskenin gizlediği yüzü unutmak… Kendi şarkılarını kardeşine verirken hayatını takas ettiğini fark etmeyen kız kardeşi ise Celeste’nin kaybettiği değerlere, Celeste’nin kızı, sahip çıkmaya çalışarak yarı bağımlı bir hayata hapsolmuş durumda.

Filmi, bir yıldızın doğuş ve çöküş hikâyesinden daha değerli kılan nokta ise filmin başında ve ortalarında karşımıza derinleşerek çıkan toplu terör saldırıları. Ana karakterimiz, bir terör tanığı ve kurbanı. Kaostan beslenerek yükseliyor. Yükseldiği yerde, dolaylı olarak bir teröre sebep oluyor. Şöhretin içinden doğan ve kaostan beslenen bir ikon, günün birinde yeni bir terör olayının maskesi konumuna geliyor. Bir marka, terör olayının istemsizce kapağı oluyor. Film, 21. yüzyılın yarattığı yapay kişiliklerin kendi sınırlarından taşarak toplumsal şiddet gibi olaylara yol açtığının vurgusunu yapıyor. Böylece içinde “bir yıldızın trajik hayatı” konusundan fazlasını barındırdığını kanıtlıyor.