24.08.2022

ELEŞTİRİ: Yağmur: Kıyamet Çiçeği

Halil İbrahim Sağlam

Onur Aydın’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Yağmur: Kıyamet Çiçeği, ilk gösterimini Eylül ayında 21. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yapmıştı. Kazım Koyuncu’nun hayatı, Çernobil felaketi ve Tranzonspor’un 1995-1996 yılları arasında kaçırdığı şampiyonluğu paralel bir kurguyla ele alan film, Onur Aydın’ın aynı adlı romanından uyarlama. Adana’dan “İzleyici Ödülü” ve “SİYAD En İyi Film” ödülleriyle dönen Yağmur: Kıyamet Çiçeği’nin “festival filmi” diye tabir ettiğimiz filmlerin yanında yüksek bütçeli popüler bir film olarak SİYAD ödülüne layık görülmesi, sinema yazarları arasında çeşitli tartışmalara neden olmuştu ve ben de bu konuyla ilgili bir yazı yazmıştım. 

Öncelikle filmin bir Kazım Koyuncu biyografisi olmadığını söylemek gerekiyor, zira afişteki “Kazım Koyuncu anısına” yazısından ve medyada “Kazım Koyuncu’nun hayatı sinemada” şeklindeki haberlerden böyle bir düşünceye kapılmak mümkün. Film, tıpkı romanda olduğu gibi Karadeniz insanları için hayati önem taşıyan meselelerden oluşuyor. 1986’daki Çernobil nükleer faciasının izlerine, bunun yarattığı kanser vakalarına günümüzde hala rastlamamız mümkün. 1996’da Trabzonspor’un Fenerbahçe’ye kaybederek kaçırdığı şampiyonluğun yarattığı husumetin izlerine her Trabzonspor – Fenerbahçe maçında ayrı bir olay çıkmasıyla şahit oluyoruz. Kazım Koyuncu’nun 2005’te kanserden genç yaşta hayatını kaybetmesi ise zaten tüm Türkiye’yi yasa boğan bir olay. Böyle bakıldığında her 10 yılda bir Karadeniz insanının hayatını etkileyen, toplamda 30 yıla yayılan bir süreç var filmin etki alanında. Bu süreç biyografik bir film olarak tasarlanmadığı için Koyuncu, bilinçli olarak ön plana çıkarılmamış, daha çok fikirleriyle, düşünceleriyle, yapmak istedikleriyle çok katmanlı ve trajik bir Karadeniz öyküsünün içinden akıp geçmiş. Koyuncu’nun diğer hikayelerle olan bağlantısı da bazen tesadüfi karşılaşmalarla, bazen ise finalde Elena’nın çocuğuyla olan kanser mevzusu gibi sembolik karşıtlıklarla oluşturulmuş.

Onur Aydın’ın filminin en yenilikçi ve biraz da riskli tarafı birbirinden farklı üç hikayeyi kurguda anlatma şekli. Genelde üç ya da beş hikayeden oluşan “kesişen hayatlar” temalı filmlerde hikaye kurgusu ayrı ayrı her hikayenin tek başına anlatılması ve bunların küçük tesadüflerle şekillenerek finalde bağlanması şeklinde oluşur. Yağmur: Kıyamet Çiçeği’nin kurgu yapısı ise hikayeler üzerinden değil, sahneler üzerinden ilerliyor. 120 dakikalık süresi boyunca Koyuncu’nun hayatından bir sahne bitince, Elena ve Şenol’un aşk – futbol – fuhuş üçgenindeki hikayesinden bir sahne başlıyor, onun ardından ise Trabzonspor’un amigosu Ahmet ekseninde başka bir sahne. Kimi zaman ise bu hikayelerden bazıları birleşip ayrı bir hikaye çizgisi yaratıyor. Bu açıdan bakıldığında “dizi ilerleyişi” olarak da nitelendirilebilir fakat prodüksiyonun büyüklüğünün, detay planların fazlalığının ve her biri tanınmış oyuncular tarafından canlandırılan karakterler geçidinin bariz bir şekilde sinema duygusu yakaladığı aşikar.

Farklı hikayelerin birbiriyle iç içe geçtiği, kimin hikayede kim olduğunu anladığımız ilk anların yarattığı şaşkınlık duygusu, filmin bir sonraki hamlesini merak etmemizi sağlıyor. Sahne sahne ilerleyen kurgu stili normalde filmin akışını yavaşlatacak bir etken olmasına rağmen, temposunun bu denli hızlı olabilmesi oldukça şaşırtıcı. Bu başarı da büyük oranda hikayelerin birbiri ardına getirdiği merak duygusundan, Yıldıray Gürgen’in biraz fazla kullanılsa da etkili müziklerinden, Karadeniz bölgesinin sinematografik olarak çekiciliğinden ve özellikle Onur Aydın’ın futbol – taraftar sahnelerindeki şaşırtıcı derecede profesyonel yönetiminden geliyor. Hatta bu profesyonellikten ötürü çoğu zaman stadyumdaki sahnelerde gerçek maçlardan hazır görüntü alındığını bile düşünebilirsiniz (alınmadığını tüm bu sahneler içinde filmdeki karakterlerin de bulunmasından anlıyoruz). Yüzlerce belki binlerce figürasyonun olduğu stadyum ve şampiyonluk maçı öncesi yürüyüşü sahnelerinde bu denli gerçekçilik ve doğallık hissiyatı yakalamak, özellikle ilk filmini çeken bir yönetmen için takdir edilesi. Çernobil faciası sahnesindeki görsel efektler ve ses tasarımı bir Türk filmine göre oldukça başarılı biçimde kotarılırken, bütün karakterlerin hayatlarının etkilendiği Trabzonspor – Fenerbahçe maçı ise hem 5-6 dakikalık video-klip tarzıyla unutulmaz bir görünüm kazanmış hem de evrensel bir boyut yakalamış, zira hiç futbol sevmeyen ve taraftarlığa anlam veremeyen biri bile tüm Karadeniz insanına sirayet eden bu “tutku”yu ilgiyle izleyecektir.

Filmin zengin oyuncu kadrosu adeta “toplu performans” ödülü hak edecek cinsten, içlerinde tek bir falso yok. Yan karakterlerde Settar Tanrıöğen ve Altan Erkekli başta olmak üzere Hüseyin Avni Danyal, Rıza Sönmez, Sevtap Özaltun, Ruhi Sarı, Sait Genay, Devrim Yakut, Serap Aksoy her biri kendilerine ayrılan süreler içinde gayet iyi performanslar ortaya koyuyorlar. Erkan Kolçak Köstendil, saf ve tutkulu bir aşık olarak karakterinin kırılma noktalarındaki dönüşümlerini başarıyla sergileyerek filmin en güçlü performansına imza atıyor, keza Elena Viunova da canlandırdığı karakter özelinde doğru bir seçim ve sabah – akşam arasında değişen sahne kimliğini yansıtmakta oldukça başarılı. Engin Hepileri, Kazım Koyuncu rolü için fiziksel olarak elinden geleni yapmış, özellikle konuşma tarzına çok çalıştığı hissediliyor. Belki bir Kazım Koyuncu biyografisi olsa yeteneklerini daha geniş bir şekilde sergileme imkanı bulabilirmiş ama bu haliyle de Koyuncu’nun, filmdeki kurgu karakterler içerisinde ne kadar gerçek ve önemli bir insan olduğunu hissettirebiliyor. Devrim Saltoğlu ise kuşkusuz doğuştan Trabzonlu olmasının da etkisiyle hem şive hem oyunculuk olarak adeta döktürüyor. Kendisi için filmin gizli yıldızı diyebiliriz.

Yağmur: Kıyamet Çiçeği, Türk sinemasındaki popüler filmler içerisinde kuşkusuz prodüksiyon kalitesiyle, cast seçimindeki başarısıyla ve bir “ilk film” olarak bu minvaldeki çıkışıyla hatırlanacak. Umuyorum ki, birbirinin benzeri Karadeniz komedilerinin revaçta olduğu bir dönemde Karadeniz’de geçen trajik bir “kesişen hayatlar” hikayesi daha çok ilgi görür ve hem teknik hem hikaye olarak böyle kaliteli Türk filmlerinin sayısı artmaya devam eder.