04.01.2017

Yönetmen Koltuğu: Sofia Coppola

1)Lost in Translation (Bir Konuşabilse…) – 2003

Coppola‘nın filmografisinin tartışmasız zirve noktası olan Lost in Translation, yaşadığı hayata yabancılaşmış, bu yüzden de koca dünyada kendilerini yapayalnız hisseden iki karaktere odaklanmaktadır. Kendisine çizdiği başarılı kariyeri, şöhreti, ailesi, çocukları ve lüks içerisindeki hayatına rağmen geriye baktığında koca bir hiç gören mutsuz Bob Crane (Bill Murray) ve henüz gencecik olan, üniversiteyi yeni bitirmiş, rotasını daha çizmemiş, evli Charlotte’nin (Scarlett Johansson) hayatları buluşur. Ve her ne kadar yaş olarak birbirinden çok farklı olsa da bu iki karakterin çok büyük bir ortak noktası vardır. İkisi de yalnızlaşmış, yaşamanın sadece acı verdiğini düşünen kişilerdir. Gerçi Charlotte belki yaşından dolayı henüz Bob kadar yenilgi tatmadığı için bir nevi daha umutludur. Ama yine de diğerlerine göre farklı bir dil konuşan bu iki karakter belki birbirlerinin yaralarını saramazlar ama en azından hayatlarına kısa bir es vererek düşünmelerini, belli kararlar almalarını sağlarlar.

Coppola’nın en takdire şayan hareketi bu filmde klasik Hollywood kodlarını alt üst etmesi olsa gerek. Evlilik kurumunu yüceltip, övmediği gibi yerden yere vuran, çocuk sahibi olmayı özendirmediği gibi bazen çok da abartıldığını ima eden yönetmenimiz, asla bir aşk filminden beklenen hamleleri de gerçekleştirmiyor. Seyirci olarak her beklentimizi boşa çıkararak asla Bob ile Charlotte’yi seviştirmiyor, adı konan bir ilişki başlatmıyor. Final de bile konuşulanları bize duyurmayarak giderayak bile bizlere kodları belirlenmiş bir film izlettirmemekte ısrarcı olduğunu hatırlatıyor. Coppola’nın tüm filmlerinde konuşturduğu kaleminin en iyi dile geldiği bu film, tüm yalnızlara, kaybedenlere ve umudunu yitirenlere gelsin. Belki de hala bir umut vardır. Ne dersiniz?