01.06.2016
Züccaciye Dükkânında Bir Sinefil – 15
Efendim bu hafta, konjonktür gereği popüler ve güncel olanın peşinde düşerek, Sicario ve Everest ile haftanın en çok konuşulan yönetmenleri olan Denis Villeneuve ile Baltasar Kormákur’un ilk dönem işlerinden örneklerle vitrinimizi süsleyeceğiz. Villeneuve’ün Maelström’ü, Kormákur’un A Little Trip to Heaven’i ve Kormákur sinemasıyla bağlantılı olarak ele aldığımız Óskar Jónasson’un Reykjavik-Rotterdam’ı ise ana malzemelerimiz.
A Little Trip to Heaven (2005)
Bir zamanlar İzlanda’nın gururu olan Baltasar Kormákur maalesef “çizgisini” bozdu ve Holywood’un harcadığı isimler kervanına katıldı. Reykjavik 101 (2000), Hafið (The Sea– 2002) ve A Little Trip to Heaven gibi filmlerle sinema dünyasına çarpıcı bir auteur girişi yapan Kormákur’un Inhale (2010) ile sandalyeye çıkışını, Contraband’la (2012) yağlı ilmiği boynuna geçirişini ve Everest (2015) ile altındaki sandalyeyi itişine şahit olduğumuzdan, “iyiydi aslında rahmetli” muhabbetine en iyi işlerinden olan A Little Trip to Heaven ile başlamayı uygun gördük. Yalanların, ihanetlerin ve çatışmaların gölgesinde geçen bir “sigorta” öyküsü olan bu filmi izlemeden Everest nefretimizi anlamanız mümkün değil, alın ve gidin A Little Trip to Heaven’ı; üstelik kar da var.
Reykjavik-Rotterdam (2008)
Az önce Contraband’ı niçin Baltasar Kormákur’un yağlı ilmiği boynuna geçirdiği film olarak nitelediğimizi merak ediyorsanız, sizi hikâyenin başladığı yere, Reykjavik-Rotterdam’a götürelim efendim. İzlanda’nın sinemadaki en önemli yansımalarından biri olan Óskar Jónasson’un keyifli, çarpıcı ve ince işlenmiş uyuşturucu transferi filmi Reykjavik- Rotterdam, ülke sinemasına ihaneti çoktan kafasına koymuş Kormákur’un bahsi geçen filmine kaynaklık eden eserdir. Böylesine harika bir filmden Contraband gibi bir remake çıkartan Kormákur’un bozulma kat sayısının ne kadar yüksek olduğunun ispatı olan Reykjavik- Rotterdam’ı tezgâhımıza yerleştirdik, bundan sonrası size kalmış.
Maelström (2000)
Kormákur hakkında söylediğimiz her şeyi unutun, karşınızda Holywood’a tábi olmak yerine kendi auteur kimliğini merkez sinemaya taşımayı başaran Denis Villeneuve var. Her filmiyle daha da büyüyen, kendine has hayran kitlesi yaratan ve her seferinde izleyicinin sinemadan tatmin olmuş şekilde ayrılmasını sağlayan Villeneuve’un ikinci filmi olan Maelström, bir yönetmenin doğuşunu herkese duyuran eser olarak yönetmenin filmografisi içerisinde özel bir yere sahiptir. Poe’un “Maelström’e Düşüş” hikâyesinden izler taşıyan, bir balığın anlatıcılığını üstlendiği “kesişen hayatlar” filmi olan Maelström, katmanlı yapısı ve kuvvetli alt metinleriyle bugün bile tazeliğini koruyor. Yönetmenin son dönemine şahit olup başarısına şaşıranları, iceberg’in görünmeyen yüzüyle baş başa bırakmak için Maelström’ü vitrinimize yerleştiriyoruz; bunun, Sicario’ya gelinceye kadar uğramanız gereken duraklardan sadece biri olduğunu unutmayın efendim.