16.05.2016

5 Baba Coppola

The Godfather Serisi Onur KIRŞAVOĞLU

The Godfather serisi, ilk iki filmi ile kimilerine göre gelmiş geçmiş en iyi filmlerdir. Bazıları çokça popüler bulur. Erkek filmi olduğu ve mafyayı yücelttiği yönünde eleştirenler de az değil. Hangi görüşe katılırsak katılalım filme kayıtsız kalmak ve sinema tarihindeki önemini yok saymak imkansızdır. Özellikle de 70’ler sinemasından bahsederken. Coppola’nın bu filmlerle yarattığı anlatım dili ve teknik beceri birçok temelin de atılmasını sağladı. Replikler, sahneler ve müzikler insanların bilinç altına keskin bir şekilde yerleşti. Oyunculuk performansları ise gelmiş geçmiş en iyiler listelerine girdi. Hem de yardımcı oyuncular dahil olmak üzere. Üç film de en iyi film dalında Oscar adayı oldu ve ilk ikisi ödüle uzandı. Bir devam filmi ilk defa en iyi film Oscar’ı kazanmıştı ve bu konuda Yüzüklerin Efendisi’ne kadar ünvanı tek başına korudu. Coppola, The Godfather ile bir Amerikan rüyası, hatta destanı yarattı ve haklı olarak en iyi filmler listelerinde hep zirveye oynadı.

The Godfather – 1972

Mario Puzo’nun çok satan ve kısa zamanda efsane olan romanından uyarlama ilk film. Marlon Brando adeta geri dönüşünü müjdeliyor ve Pacino’nun yıldızı parlıyor. Coppola’nın Paramount şirketine Pacino’yu kabul ettirmek için çok uğraştığını da belirtelim. Sadece tek başrolü olan ve tiyatro oyunlarından tanınan birinin performansını ön görmek ve ona rolü teslim etmek sanırım her yönetmenin harcı değil. Robert Duvall ve James Caan gibi yetenekli oyuncular da muhteşem performanslar ile katkı veriyorlar filme. The Godfather, hafızalara kazınan cesur ve görkemli sahnelerle popülerliğini fazlasıyla hak ediyor. Düğün , kesik at başı , Sonny’nin katledilmesi ve ünlü restaurant sahneleri sinema tarihine geçmiş durumda. Aile olmanın önemi filmde defalarca vurgulanıyor. Ne olursa olsun ailenle olmalısın ve asla başkasının tarafını tutmamalısın. Biraz ataerkil mesajlar da yok değil. Aile kavramı ile de bağdaştırılıyor. “Ailesi ile vakit geçirmeyen erkek, erkek değildir”. Coppola; dramatik yapıyı, destansı bir şekilde ince ince işler ve bizi de sorgulamaya iter. Michael karakteri üzerinden önce mafyöz tipleri kötüler, olması gerekenin uzak durmak olduğu mesajını verir. Daha sonra ise inanılmaz bir değişim ile (muhteşem oynayan Pacino’nun da katkısı ile) adeta empati kurdurur ve Corleone ailesi ile seyirci arasında bağ kurar, onları meşrulaştırır. Kan, hırs ve intikam ile dolu bu destan, gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak listelerdeki yerini daima alacaktır. Şunu da belirtmek lazım; filmin müzikleri ve soundtrack albümü de kendi alanında en iyilerden biri konumunda.

The Godfather: Part II

Seriden bahsedildiğinde herkesin bir favorisi olduğu görülür. Çoğu kişi ise ilk iki filmi listelerine tek filmmiş gibi yazar. Benim ise açık ara favorim serinin ikinci filmi. Çok daha kara, çok daha derin bir film bu. İktidarın yozlaştırıcı etkisini en keskin hali ile politik göndermelerini de yaparak vermeyi başaran bir yapıya sahip. Mafya hadisesinde de çok daha sert bir tavır sergiliyor. İlk filme yapılan eleştirileri adeta yerle bir ediyor. İki kuşak arasındaki farklar ve benzerlikler üzerinden çok daha büyük bir dramatik yapı kuruyor. Hem Vito Corleone’nin Amerikan rüyasını, biraz da mecburiyetten kuruşunu görüyoruz, hem de Michael Corleone’nin yükseldikçe ve daha da güçlendikçe oldukça hüzünlü, daha sert ve hatta acımasız oluşunu izliyoruz. Öyle ki; Başkalarının tarafında olduğu ve ihanet ettiği için kendi kardeşinin ölüm emrini bile vermekten çekinmiyor. Böylelikle bu film, kesinlikle aile kavramını da çok farklı bir yere taşıyor. Coppola’nın kamerası, sinematografisi ve büyüleyiciliği ise bir tık daha yukarıya taşınıyor. Senaryo ise, romanın da yazarı olan Mario Puzo ve Coppola ile birlikte son derece etkileyici şekilde ortaya konuyor. Diyaloglar muhteşem, sahneler ise yine eşsiz. Havana’da yaşanan devrim, İtalyan mahallesindeki festival ve Michael’ın yalnızlığının tarifi de olan o harika, iç burkan final sahnesi. Tabii 70’li yılların başında, en formda halleri ile Pacino ve De Niro’yu sarmal bir kurgu ile peş peşe izlemekte sanırım tarifi olmayan bir deneyim. Serinin benim nazarımda en iyi filmi olan “The Godfather Part 2” için, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi filmi diyenlerin sayısı da pek az değil ve bu, katılmasak da saygı duyabileceğimiz bir tercih.

The Godfather: Part III

İkinci filmden 16 sene sonra çekilen bu film, o senenin iyilerinden biri olmasına rağmen, birçok sebepten ötürü sevilmez ve seriye yakıştırılmaz. Öncelikle, açık ara ilk filmin formülünü kullanır Coppola. Vito yerine Michael, Michael yerine ise Vincent geçmiştir. Sahne seçimleri ve toplu infaz bile neredeyse aynıdır. Bunun yanı sıra Copolla’nın, kötü de performans sergileyen kendi kızı Sofia’ya rol vermesi son derece itici bulunmuştur ve filmi izlerken etkisi hissedilir. Kaldı ki, oynadığı karakter de filme son derece negatif katkı veriyor. Anlaşılmaz bir yan hikaye olarak yerini alıyor. Bir de muazzam olan ilk iki filmle kıyaslanma kaçınılmazlığı devreye girince filmin değeri iyice düşüyor. Peki tek başına değerlendirilse filmin artıları neler? Başta, yine muazzam olan sinematografisini söylemek lazım. Senaryo beğenilmese bile, teknik yeterlilik filme izleyiciyi bağlamayı başarıyor. Daha sonra her seride olduğu gibi harika müzikler. Tabii Pacino’nun her zamanki gibi muhteşem bir performans sunduğunu da atlamayalım. Onun sahneye her çıkışı, izleyici için bir heyecan unsuru. Son olarak da filmin en ağır topunun, meşrulaşmaya çalışan Corleone ailesinin, Vatikan ile yaptığı anlaşmalar, iş birlikleri olduğunu söylemek lazım. Burada din ve kurumlar üzerinden yapılan eleştiri, sanırım her filmde karşımıza çıkabilecek kadar kolay bir iş değil. Bütün eksiklerine ya da “fazlalıklarına” rağmen, bağımsız düşünüldüğünde The Godfather Part 3 sert eleştiriler barındıran, gayet iyi bir drama.

The Godfather serisi, özellikle ilk iki filmiyle Copolla sinemasının da zirvesini oluşturur. 70’ler sinemasının oluşumunda ve tarzının oturmasında ise öncülük etmiştir. Özellikle teknik açıdan Copolla’nın yarattığı dünya, birçok sinemacıya da örnek teşkil etmiştir. Seri, Pacino, Brando ve De Niro gibi oyuncuları ise dünyaya tanıtma ya da hatırlatma görevini de başarıyla yerine getirmiştir. Bazı filmleri izlemekten hiç bıkmayız ve her izlediğimizde yeniymiş gibi heyecan duyarız. İşte, The Godfather serisi benim için bunu ifade eder ve her zaman başucu filmlerimden biri olarak kütüphanemdeki yerini alacaktır.