31.08.2017

Oidipus Kompleksini Konu Alan 15 İyi Film

The Grifters (1990)

Stephen Frears’ın yönetmenliğini, Martin Scorsese’nin yapımcılığını üstlendiği bu neo-noir suç draması Jim Thompson’ın aynı isimli kitabından, Donald E. Westlake tarafından uyarlandı. Hikâye üç dolandırıcı Lilly Dillon (Angelica Huston), uzun süre ayrı kaldığı oğlu Roy (John Cusack) ve onun yeni sevgilisi Myra Langtry’i (Annette Bening) konu alıyor.

Sekiz yıldır oğlunu görmeyen Lilly, oğlunu görmeye Los Angeles’e gider fakat onu, dolandırdığı birinin saldırmış olması sebebiyle, yaralı bir halde bulur. Gittikleri hastanede Lilly, Roy’un kendinden yaşça büyük sevgilisi Myra ile tanışır ve ondan hoşlanmaz. Myra anne-oğul arasındaki karanlık gerilime şahit olur ve Roy kendisiyle uzun vadeli partner olmayı reddettikten sonra Roy’u, yaşı kendisine yakın olan Lilly ile geçmişte ensest bir ilişki yaşamış olmakla suçlar, bu yüzden Roy ondan bu kadar nefret etmekte ve karşısında güçsüz kalmaktadır.

Üçlü; ölümcül, nefret dolu bir ihanet üçgeni haline gelir ve bunun sonucunda Lilly’nin parasını alabilmek için Roy’u baştan çıkarma çabası başlar. İlişkilerinin rahatsız edici doğası bir araya geldikleri andan itibaren belirgindir, Lilly ile Myra arasındaki rekabet ise durumu iyice pekiştirir.

 

I’m Glad My Mother Is Alive (2009)

Bu Fransız draması küçükken biyolojik anneleri tarafından evlatlık olarak verilmiş Thomas Jouvet (Vincent Rottiers) ve küçük kardeşi  Patrick’i konu alıyor. Sophie Cattani, Thomas’ın yıllar sonra izini sürdüğü annesi Julie Martino’yu canladırıyor.

Saplantı haline getirdiği kadına yıllar sonra ulaşması Thomas’da merak, arzu ve nefret uyandırıyor. Film, zaman atlayışları ile Thomas’ın küçüklüğünü, kardeşine yalnız başına bakmak zorunda kalışını ve yanlışlıkla zarar verişini, yatılı okula gidişini ve biyolojik annesinin nerede yaşadığını öğrenişine bizi şahit ederek izleyiciye karakterlerin derinliklerini ve motivasyonlarını inceleme fırsatını veriyor.

Terk edilişinin ardından birikmeye başlayan hisleriyle, sonunda kendisini Julie’nin hayatına dahil etmeyi başararak onun boşanmış, beş yaşındaki oğlu Frédéric ile yaşayan ve yardıma ihtiyacı olan yalnız bir anne olduğunu keşfediyor. Kardeşine bakıcılık yapmaya başlayan Thomas’ın kendileriyle olan bağlantısından ve kendi hislerini anlamaya çalışıyor olduğundan ailenin haberi olmuyor.

 

I Killed My Mother (2009)

Xavier Dolan, ilk yönetmenlik deneyimi olan bu filmin senaryosunu on altı yaşında yazdı ve filmi on dokuz yaşında çekti. Kısmen otobiyografik olan bu yapıt, bir anne ve oğulun yaşları ilerlerkenki ilişkilerini konu alıyor.

Film, Hubert Minel’in (Xavier Dolan) siyah-beyaz bir sahnede annesi Chantale’i (Anna Dorval)  nasıl sevdiğine dair bir monologuyla açılır. Fakat bu sevgi bir anne-oğul sevgisi olmak yerine tam olarak açıklanamayan, derin bir nefretle harmanlanmış kopuk bir sevgidir. Başta çok yakın olduklarını anlatan Hubert, daha sonra babasının onları terk etmesinden sonra birbirlerinin en yakınları olduklarını söyler. Böylece birbirlerine maruz kalarak birbirlerinden nefret etmeye boyutuna gelmişlerdir.

Hubert’in ebeveynlerinin meslekleri hakkında bir ödev hazırlaması gerekmesi üzerine öğretmeni Julie Cloutier’e (Suzanne Clément) ödevi yapamayacağını çünkü babasını yıllardır görmediğini ve annesinin öldüğünü söyler. Bunun bir yalan olduğunu öğrenen Cloutier’in Hubert’e annesini neden öldürdüğünü sorması Hubert’e “Annemi öldürdüm” isimli bir makale yazması için ilham verir.

2009 Cannes Film Festivalinde gösterildikten sonra seyirci tarafından ayakta alkışlanan film Director’s Fortnight programında üç ödüle layık görüldü.