02.06.2017

Filmekimi Günlükleri -8-

Knight of Cups (Seçil Toprak)

Açıkçası artık Terrence Malick sineması için kullanabileceğim kredilerin sonuna geldiğimi hissediyorum. Belki kendinizi kaptırdığınız zaman “şiirsel” olarak niteleyebileceğiniz bir anlatım yolu tutturan Malick son tahlilde ne dediğini kendi de bilmiyor. Bu bile bir değersizlik ölçütü olarak kullanılmayabilir ancak Days of Heaven, Badlands gibi filmlerle o şiirselliğin nasıl yakalanacağı konusunda ders veren Malick’in kendine de “Kendine gel” demesi gerekmiyor mu?

 

Baskın (Onur Kırşavoğlu)

Korku filmlerinin sevilen ya da çok kullanılan özelliklerini toplayıp, daha bir bizden replikleri ekleyip film yapan genç yönetmenin Türk korku filmlerine bir çığır açması zor gözüküyor. Geçişlerin iyi kotarıldığı dağınık hikaye, sonlara doğru iyice b-film tadına bürünüyor. Çok beğenmemiş olsak da daha evvelki kötü korku filmlerini düşünüp, bu tarz filmlerin daha çok çekilmesi yönünde temennileri belirtmek lazım. Hayal ve gerçek arasındaki geçişlerin daha iyi kotarıldığını söylemeliyiz. Film o yoldan ilerlemeyerek büyük bir fırsatı tepmiş.

Baskın (Haktan Kaan İçel)

Türk sinemasındaki cinli korku filmlerinin fazlalığından dolayı, insanların izlemeden dönüm noktası ilan ettiği Baskın, yurt dışındaki başarısına rağmen, tamamen korku sineması manyaklarına tasarlanmış bir film. Kısa metrajın zorlama uzun versiyonu da diyebiliriz. Yer yer atmosfer bakımından başarılı olsa da, bu etkiyi gereksiz müzik kullanımları ve kurgudaki tempo sorunları nedeniyle sekteye uğratıyor. Çıkış noktası iyi olsa da, fikri bir yere tam olarak bağlayamamasıyla senaryonun da sıkıntılı olduğu söylenebilir. Ancak farklı işler yapımını ileride daha da cesaretlendireceğinden Baskın, Türk korku sineması adına umut verici bir girişim olarak akıllarda kalacak. Umarız yönetmen sonraki filmlerinde kıvamı tutturur ve yoluna devam eder.

Filmin eleştirisi için tıklayın

 

Louder Than Bombs (Seçil Toprak)

Bazı filmlerde senaryonun başrolde olduğu hissi yaşarız. İşte Louder Than Bombs bu filmlerden. Filmde hangi oyuncuyu oynatırsanız oynatın yine aynı başarılı sonucu alabileceğiniz nadir filmlerden biri Joachim Trier’in son filmi. Danimarkalı yönetmen bu üçüncü uzun metrajında yine yanına Eskil Vogt’u alıp incelikli bir senaryoya imzasını atıyor. Hiçbir yeni dokunuş, bakış bulmadan adeta ne izleyeceğimizi adım adım tahmin ettiğimiz filmin bu kadar başarılı bir senaryoya sahip olabilmesi ise ayrı bir konu. Demek ki bilineni, bekleneni anlatmak başarısız olmanın ön koşulu değil.

Filmin eleştirisini için tıklayın

 

The Witch (Tanju Baran)

Ortaçağın en önemli folklorik öğelerinden olan cadı kültüne dair bir hikâyeyle karşımıza gelen ve ele aldığı kültü besleyen din, inanç, toplum gibi unsurları satır aralarına serpiştirerek katmanlı ve çok yönlü bir altyapı oluşturmayı amaçlayan The Witch, kalbinin olduğu yerle aklının işaret ettiği yer arasında sıkışıp kalan bir eser: Aklıselimin hâkim olduğu anlarında derin ve “sıradan”, kalbinin sesini dinlediği bölümlerde yüzeysel ama “etkileyici”. Yüksek görev bilincine rağmen kafa karışıklığını gideremeyen ve arada kalmışlığını her anında hissettiren The Witch, cadıları perdede görmek isteyenler için tatminkâr olsa da çıtayı aşmakta zorlanıyor.

Filmin eleştirisi için tıklayın

 

Me and Earl and Dying Girl (Seçil Toprak)

Filmekimi’nin naif filmlerinden biri de Sundance rüzgârıyla gelen bu film. Beğenilme veya beğenilmeme sebeplerinin neredeyse aynı olabileceği niteliklte bir film Me and Earl and Dying Girl. Bu da filmle kurduğunuz duygusal bağa bağlı sanırım. Çünkü insana dokunan bir film bu. Yer yer zeki çıkışlara sahip olsa da öyküleme geleneğinden pek sıyrılamayan film gözünüzde birkaç yaş bırakabilir.

Filmin eleştirisini için tıklayın

 

Youth (Onur Kırşavoğlu)

Özellikle La Grande Bellezza ile oldukça tanınan ve adeta Fellini sinemasının modern halini bizlere sunan Sorrentino, yeni filminde yine muazzam bir iş çıkarmış. Görsel açıdan harika anlara sahip olan film, senaryo bakımından da oldukça etkileyici. Bir önceki filmine nazaran semboller ve metaforları daha az kullanan Sorrentino, mizah dozunu da epey artırmış durumda. Başta Michael Caine olmak üzere oyuncuların harika performanslar sergilediği Youth, kesinlikle Filmekimi15’in en iyisi. Filmi izledikten sonra koşa koşa soundtrack peşine düşmeniz de garanti.

 

Mistress America (Tuba Büdüş)

Noah Baumbach ile Greta Gerwig ikilisi Frances Ha’daki başarısını Mistress America’da da devam ettiriyor. Elbette Frances Ha’nın büyüsünü yakalaması mümkün değil. Ama aynı atmosfere, incelikli esprilere ve eleştirel boyuta bu filmde de fazlasıyla tanık oluyoruz. Otuzlu yaşlara gelmesine rağmen hayatına bir yön verememiş Brooke’in yaşadıklarına Tracy’nin gözünden yer yer hayranlık yer yer de acıma duygusu ile şahit oluyoruz. Bu şahitlik sırasında ise bol bol New York havası alıp eğleniyor, bazen de içlenip, sorguluyoruz. Birbirinden dertli iki kadının yaralarına merhem olma durumunu en naif şekilde anlatan Mistress America, kesinlikle övgüye değer.

Filmin eleştirisi için tıklayın

 

Mustang (Haktan Kaan İçel)

Senenin yankı uyandıran filmlerinden Mustang, bilindiği üzere Fransa adına Oscar aday adayı olarak açıklandı. Beş genç kızın hayatından kesitler sunan film, her ne kadar Karadeniz’e uygun bulunmasa da; varlıkları pekâlâ olabilecek karakterlerle örülmüş bir film. Yer yer masalsı bir anlatıma bürünen film, Türkiye’deki erken yaşta evlendirilmek istenen kızların modern ve özgür bir uyarlaması olarak betimlenebilir. Genel olarak başarılı kurgusu ve verdiği mesajlarla, bir gençliğin nabzını tuttuğu söylenebilir. Sade anlatımı benimseyen film, etkileyici bir finalle seyircileri selamlıyor. Bu senenin en iyi beş Türk filminden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Mia Madre (Onur Kırşavoğlu)

Nanni Moretti yine en iyi bildiği işe melodrama soyunmuş. Ölüm döşeğinde olan bir anne ve çocukları üzerinden kişisel sancılara odaklanan film, Turturro’nun karakteri ve oyunculuğu ile bolca da güldürmeyi başarıyor. Margherita Buy’un sağlam oyunculuğu ise görülmeye değer. Filmden çok büyük beklentide bulunmayıp, Moretti filmi izlendiği unutulmazsa gayet keyif verebilir. Bu arada filmi izlerken Moretti’nin, oyunculuk da yapan yönetmenler arasında iyilerden biri olduğunu da bir kez daha anlama fırsatı buluyoruz. Yakın zamanda hastane koridorlarında çok zaman geçirdiyseniz filmi hazırlıklı izlemenizde fayda var.