29.04.2018
Zamanla Soğuduğumuz Yönetmenler
Tuba BÜDÜŞ
Semih Kaplanoğlu
Semih Kaplanoğlu’nun üçlemesinin ilk filmi olan Yumurta’yı sinema ile daha farklı bir ilişki içerisine yeni yeni girdiğim bir zamanda izlemiş ve çok etkilenmiştim. Sinemanın benim için sadece birkaç saatlik bir eğlenceden öte olduğunu anladığım bir zamanda karşıma çıkan Yumurta ve elbette Kaplanoğlu sayesinde yerli sinemaya olan merakım daha da artmıştı. Sonrasında Süt ve Bal duygularımı daha da sağlamlaştırmıştı.
Kaplanoğlu her ne kadar filmlerinde bir nevi ibadet eder gibi Allah inancına, inandığı dine selam gönderse de filmlerinin konularının çıkış noktası olarak dini hikâyeleri seçse de bu beni fazla da rahatsız etmemişti. Zira her ne kadar ateist bir insan olsam da Kaplanoğlu’nun kör göze parmak sokmayan metinleri ile hayat bulan saf sineması rahatsızlık duymak bir yana hayranlığa sebep olmuştu. Lakin son filmi Buğday ile durum değişti. Yanlış anlaşılmasın filmi izlemedim. İzlemeyeceğim de. Hiç mi hiç merak da etmiyorum. Neden mi? Kaplanoğlu’nun dönemin Kültür ve Turizm Bakanı ile birlikte 2010 yılında Altın Portakal Film Festivali’ne ve jüri başkanı Sırp yönetmen Emir Kusturica’ya yapılan kumpasın içinde yer almasıyla kendisine aldığım mesafe, her geçen gün artarak devam etmekte çünkü. Son olarak ise Buğday filminin galasını Beştepe’de yapan Kaplanoğlu, kendisinin ve sinemasının durduğu yeri açıkça ifade etmiş biri olarak benim için bir daha asla okumayacağım bir kitap gibi tozlu sayfalarda yerini almıştır.
Kutluğ Ataman
İlk filmi Karanlık Sular ile yerli sinemada pek örneğine rastlamadığımız başarılı bir deneysel sinemaya imza atan Ataman, Lola + Bilidikid ile doksanlı yıllarda sinemamızda sayılı örneği bulunan eşcinsel temalı bir filme imza atmış biri olarak neredeyse adını benim ilk onuma yazdırmıştı. İki Genç Kız ile yerini sağlamlaştırmasa da irtifa kaybetmemiş bir isimdi benim için. Lakin Ataman da tıpkı Kaplanoğlu gibi yaptığı açıklamalar ile bendeki yerini hızla kaybetti. Her ne kadar son filmi Kuzu’yu izlemiş olsam da bundan sonraki hiçbir filmini izleyeceğimi düşünmüyorum. Zira Ataman’ın samimiyetine hiç inanmadığımı, mükemmel filmler çekse de durumun değişmeyeceğini söyleyebilirim.
Onur Ünlü
Dizi izleyen bir insan olmadığım için Ünlü’nün de o çok sevilen dizilerini izleyemedim bugüne kadar. Bu nedenle dizileri hakkında yorum yapamayacağım. Fakat ilk filminden (Çocuk hariç) başlayıp da İtirazım Var da dâhil olmak üzere altı filmini izleyip çok da sevdiğim Onur Ünlü’nün, ne yazık ki yükselen çıtasını devam ettiremediğini açık yüreklilikle söylemem gerek. Üstelik Ünlü’nün, artık dizi bölümü çeker gibi sinema filmi çekmeye başladığından beri İtirazım Var ve Sen Aydınlatırsın Geceyi gibi filmleriyle yakaladığı zirveden sürekli bir düşüş yaşadığı bir gerçek.
Son olarak Gerçek Kesit adlı filmi ile iyice yolunu kaybettiği gerçeğini inkâr edecek yok sanırım. Ünlü’nün artık bir yerde durup soluklanıp ben ne yapıyorum böyle diye soracağı günü iple çeksem de artık benim Ünlü sinemasıyla yollarımın tekrar buluşacağına açıkçası inanmıyorum. Üstelik Recep İvedik filmleriyle ilgili açıklamayı da unutmam mümkün değil. Ne diyeyim, sinemasına hayran olduğum bir ismin bir yandan açıklamaları bir yandan da filmleriyle beni kendinden bu kadar soğutması çok üzücü. Ama elden bir şey gelmiyor.
Woody Allen
Sanırım duygularımı toparlayıp kelimelere dökmekte en çok zorlanacağım kişiyi en sona bıraktım. El etek çektiğim dört yönetmen içerisinde tek yabancı isim olan Woody Allen, uzun yıllar ama diyerek ilişkimi devam ettirdiklerimden. Lakin amanın da bir sonu olmalı. Artık eğri oturup doğru konuşmalı. Benim de kendime gerçekleri yüksek sesle söyleyip bir karar almam aslında tüm dünyada artık #MeToo kampanyasının her geçen gün daha yüksek çıkan sesiyle oldu. Madem #MeToo kapsamında yapılan açıklamalarda duyduklarımızla bir bir birçok aktör, yönetmen ve yapımcının üzerine kocaman bir çizgi çektik o zaman yıllardır hakkında çıkan fazlasıyla da asıllı söylentilerin sahibi Woody Allen neden hâlâ gözbebeğimiz? Filmleri hâlâ kalitesinden ödün vermese de Allen’ın, gerçek hayatta yaptıklarıyla pek de kaliteli davrandığı söylenemez. Bu noktada işin ucunda taciz, istismar vs varsa görmezden gelmek, gerçekleri eserlerin arkasına saklamak ne kadar doğru? Sanırım bazen o çok sevdiğin, kutsalın olarak gördüğün şeyden de el etek çekmeyi bilmek gerek.