29.04.2018
Zamanla Soğuduğumuz Yönetmenler
Seçil TOPRAK
Darren Aronofsky
Darren Aronofsky öyle bir uzun metrajla çıkageldi ki onu sevmemek, takip etmemek ne mümkündü! Evet, Pi‘den bahsediyorum. Hızlı kurgusu ve tekrarlanan leit motifleri Pi’nin ardından gelen Bir Rüya için Ağıt (Requiem for a Dream) filminde de tekrarlanınca Aronofsky’nin alamet-i farikası belli oldu herhalde demiş ve sinemasının bu özgün yapısı çok hoşuma gitmişti. Bu iki filmin ardından Kaynak (The Fountain) ile de beni kendine hayran bıraktı Aronofsky ve sonrasında düşüşü başladı gözümde.
Şampiyon (The Wrestler) orta karar bir hikâye filmiydi, evet etkileyici anları çoktu ama bana hep “Aronofsky bunun neresinde?” diye sordurdu izlerken. Herhangi bir yönetmenin elinden çıkabilecek herhangi bir film gibiydi. Siyah Kuğu (Black Swan) ile yine tribünlere oynayan bir filme imza attı Aronofsky ama en azından hikâye ilgi çekiciydi vs.vs. Gerçi bu filmlerden sonra Nuh (Noah) ve Anne! (Mother!) filmlerini görünce burun kıvırdığım Şampiyon’a bile duacı olacağımı bilmiyordum ki henüz! Evet, Aronofsky şişkin egosu ile gittikçe kantarın topuzunu kaçırdı. Üstelik belki “sana ne?” diyeceksiniz ama hayatına giren kadınları başrole yerleştirmesi epey itici geldi bana. Jennifer Lawrence ile olan ilişkisinin medyadaki hali (hatırlarsınız belki Amerikalılara seçimde oy verin, Jennifer ile facetime yapın gibi saçmaladığı zamanlar…) beni iyice kendisinden soğuttu.
Zeki Demirkubuz
Zeki Demirkubuz, çok da takip etmediğim yerli sinema içinde takip edilesi bulduğum bir yönetmendi. Nasıl olmasındı ki? Masumiyet ve Kader gibi iki film çekmiş bir yönetmen benim için elbette yerli sinemanın gözbebeklerinden olacaktı. Neyse, sonra olan oldu ve ilk önce Nuri Bilge Ceylan atışmaları geldi. Yeraltı‘nda Ceylan’ı hedefine alan çocukça atışmalar beni filmden soğuttu, belki daha zekice yapılsa, sırf bu atışma için film çekiyorum hissi yaratmasa Demirkubuz’un zekasına şapka bile çıkartabilirdim. Sonra da durum düzelmedi hatta gittikçe sarpa sardı Demirkubuz’a olan hissiyatım.
2010 referandumunda yetmez ama evetçi olduğunu duymam üzerine tuz biber ekti resmen. Ben sadece bir sinema seyircisi olarak bakamıyorum yerli isimlerin politik duruşlarına. Belki bu satırları okurken “Bu çok yanlış” dersiniz, diyebilirsiniz ancak yaşadığımız iklimden uzak düşünemiyorum insanları, hele ki sanatçıları. Bugünün inşasının önemli dönemeçlerinde yapılan tercihler beni bir izleyici olarak çok etkiliyor. Belki tam da burada Semih Kaplanoğlu’nun da adını anmam gerekir. Ancak Kaplanoğlu sinemasına hâkim olmadığımdan, halihazırda zaten izlediğim film sayısı biri geçmediğinden onun için “sinemasından soğudum” diyemem belki ama kendisinden soğuduğumu söyleyebilirim.
Alejandro González Iñárritu
Beni de çok şaşırttı Alejandro González Iñárritu’nun adını böyle bir dosyaya yazmak, yani bu kıvama gelebilmek bu yönetmen hakkında.
Sanatçıların kaprisli olduğunu, egolarına düşkün olduklarını biliyoruz evet. Ancak bunu illaki kabul edeceğiz anlamına gelmiyor değil mi? Paramparça Aşklar ve Köpekler zamanında kalsaymışız keşke Iñárritu ile. Herkes bu yıl Guillermo Del Toro için Oscar düşkünü dedi de Alejandro González Iñárritu değil miydi mesela?
Art arda gelen Oscar yarışı normalde herhangi bir yönetmenden soğumam için bir sebep değilken Boyhood / Birdman karşılaşmasında Boyhood tarafında yer aldığım için Birdman hayranları dahi beni uzaklaştırmış olabilir Iñárritu’dan ancak bir sene sonra gelen The Revenant ile ikinci kez aldığı Oscar ödülü beni kendisinden tamamen soğuttu.
Çoğu kişi burun kıvırırken Babel filmini dahi sevmişken sanırım bu sevgimin Guillermo Arriaga odaklı olduğunu kabul etmeye başlamam da Birdman ile oldu. Ne zaman ki Iñárritu, Arriaga ile yollarını ayırdı sinemasında benim için bir şey kalmadı.