29.04.2018
Zamanla Soğuduğumuz Yönetmenler
Murat ALTIN
Peter Jackson
Peter Jackson’ın 1987 yılında ‘Bad Taste’ adlı filmle başlayan yönetmenlik kariyeri, sonrasında gelen Braindead ve (kendisine en iyi senaryo Oscar adaylığı getiren) Heavenly Creatures filmleriyle birlikte iyiden iyiye oturmuş, dikkate değer bir hale gelmişti. Ancak tüm yapımları bir yana, onu fantastik film severlerin baş tacı yapan film serisi tabii ki The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi)’ydi. Öyle ki 2001-2003 arası gösterime giren seri tüm dünya çapında büyük bir ün yakaladı ve Jackson, hem filmlerde oynadığı karakterlerle, hem de filmlerin destansı etkisiyle geniş çapta bir hayran kitlesine ulaştı. Ancak bu durum kanımca ünlü yönetmen için bir dönüm noktasıydı.
2005 yılında yeni bir ‘King Kong’, 2009’da aynı adlı (bestseller) kitaptan ‘The Lovely Bones’ uyarlama filmi çeken yönetmen Rachel Weisz, Naomi Watts, Mark Wahlberg, Adrien Brody gibi etkileyici oyuncularla çalışmasına rağmen pek çok sinemaseverin beklentisini karşılayamadı. Daha sonraki üç yılını ikinci büyük projesine hazırlanmak için ayıran yönetmenin 2012-13 ve 14’te vizyona giren Hobbit serisi ile de Yüzüklerin Efendisi’nin çok gerisinde kaldığı söylenebilir. Öyle ki, hem tek filme sığabilecek bir hikayeyi gişe gelirini katlamak için uzattıkça uzatıyor hem de hikayenin duygusunu aktarma konusunda yetersiz kalıyordu. Yine de fantastik filmler söz konusu olduğunda ilk akla gelen yönetmenlerden biri Jackson. Umarım bu düşüş uzun sürmez.
Derviş Zaim
Derviş Zaim’in Tabutta Rövaşata‘sını izlediğim en iyi on ilk film listesine rahatlıkla sokabilirim. Çekimleri, oyunculukları, ruhu ile dört dörtlük bir film bence. Sinemaya, yönetmenlik kariyerine böyle bir giriş yapmak çoğu kişinin harcı değil elbette. Zaim sade ve güçlü anlatımı, formalist yapısı ve anlatmaya çalıştığı dertleri ile sevdirdi kendisini. Ve bu sayede “sıradan” yaftasından kurtulup önemli bir Türk yönetmen haline geldi. 2000 yapımı “Filler ve Çimen”, 2010 yapımı “Gölgeler ve Suretler” bu durumun birer kanıtı niteliğinde. Ancak buraya kadarki kariyerine hem sinemada hem de edebiyat, öğretmenlik alanlarında pek çok ödül (1995’te ilk romanı Ares Harikalar Diyarında ile Türkiye’de Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmıştı.), pek çok değer katan Kıbrıslı yönetmen için son filmlerinde aynı başarıdan söz etmek doğru olmaz.
Birer yıl arayla çektiği Devir, Balık ve Rüya filmleri ile kendisine has kulvardan belli ölçülerde saptığını ve ciddi hayal kırıklığı yarattığını düşünüyorum. Belli de gişede başarı sağlayamamış, yeterli sponsorluk alamamış olmanın getirdiği kaynak sıkıntısı, oyuncu ve mekan problemleri da bu durumda etkilidir. Ne olursa olsun böylesi bir yönetmen için bu kadar kötü gidişat şaşırtıcı.
Michel Gondry
Bolca kısa film ve video kliplerle başladığı yönetmenlik kariyerine Charlie Kaufman’ın yazdığı Human Nature ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind gibi etkileyici filmler ekleyen Gondry, 2000’lerin başlarında unutulmaz bir yönetmen olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyordu. Daha sonra, 2006’da kendi yazdığı La Science des Reves (Rüya bilmecesi) filmiyle de eleştirmenlerden olumlu notlar aldı Fransız yönetmen. Ancak sonrasında Hollywood’a geçen ve komediye yönelen Gondry burada aradığını bulamadı ve hayranlarını epey üzdü.
Özellikle The Green Hornet ve The We and the I gibi seyirlik olmanın ötesine geçememiş filmlere bakınca, hayal gücü bu kadar gelişmiş olan bir yönetmenin nasıl böyle Hollywood seyircisi için bile yetersiz yapıtlar ortaya çıkardığını anlamak güç. Ünlü firmalarla çalıştığı reklam filmlerine, Kylie Minogue, Daft Punk, Björk gibi ünlü sanatçılar için yaptığı kliplere bakınca keşke bu sektörde devam etse, uzun metraja yönelmese diyesi geliyor insanın.